Bu hafta 15 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen
Dersim’in lideri Seyit Rıza’nın idamdan önce Atatürk’le görüşüp
görüşmediğinin cevabını arayacağım. Şimdi biraz geriye gidip Seyit
Rıza’nın nasıl yakalandığını anımsayalım. Cumhuriyet’in Osmanlı’dan
devraldığı köklü meselelerden biri olan ‘Dersim Müşkilesi’ni Ankara’nın
nasıl ‘hallettiğini’ artık iyi biliyoruz: 1926’dan başlayan raporlama
faaliyetlerini 1934 İskân Kanunu ve 1935 Tunceli Kanunu izlemiş; 1921’de
Koçgiri Zaza İsyanı’nı kanlı biçimde bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın
damadı General Alpdoğan’ın olağanüstü yetkilerle bölge valiliğine
atanmasından sonra 1 Mayıs’ta Diyarbakır’dan kalkan üç uçak filosu
bölgeye bombalar yağdırmaya başlamıştı. Bu uçaklardan birini Mustafa
Kemal’in manevi kızı ve Türkiye’nin ‘ilk kadın pilotu’ Sabiha Gökçen
kullanıyordu. Haziran-temmuz ayları boyunca köyler yakıldı, yıkıldı,
kadınlar ve çocuklar dahil sayısız kişi makineli tüfeklerle tarandı.
Seyit Rıza ile hükümet kuvvetleri arasındaki son temas 16-17 Ağustos
gecesi Bahtiyar mıntıkasında yaşandı. Çatışma sırasında, Seyit Rıza’nın
oğlu Şeyh Hasan, ikinci karısı Bese ve üç torunu öldürülmüş, Seyit Rıza
kaçmayı başarmıştı. Seyit Rıza 26 Ağustos’ta Bahtiyar Aşireti Reisi
Şahin’in kendi adamlarınca öldürüldüğünü duyunca muhtemelen yenilgiyi
kabul etti ve 10 Eylül 1937’de Erzincan 5. Jandarma Bölük Komutanlığı’na
bağlı bir karakola teslim oldu. 1918 yılında Osmanlı ordularıyla
birlikte Rus ve Ermenilerden kurtardığı Erzincan’ın kendisini
kurtaracağını ümit etmiş olmalıydı.
Seyit Rıza’nın yakalanması üzerine Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan
İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay,
General Alpdoğan’a kutlama mesajları gönderdiler. Gazeteler olayı
“Dersim’in en ileri ve son sergerdesi yakalandı” diye kamuoyuna
müjdeledi.
Mahkeme başlıyor
Seyit Rıza ve arkadaşlarının (toplam 58 kişi oldukları sanılıyor)
duruşması 18 Ekim 1937’de Elazığ’da başladı. Ahmet Emin Yalman’ın Tan
gazetesine göre, ilk günkü duruşmada Seyit Rıza ve adamlarının 20/21
Mart 1937 gecesi Kahmut Köprüsü’nü yaktıklarını iddia eden şahit
ifadesine Seyit Rıza “Allaha, devlete karşı gelmek için kudurmuş muyum
ben!?” diye haykırarak itiraz etmişti. Gazetenin 23 Ekim 1937 tarihli
nüshasına göre ikinci duruşmada Seyit Rıza’nın torunu Zeynel, dedesinin
60 silahlı adamla birlikte olduğunu anlatmıştı. Bu tanıklık Seyit
Rıza’yı şaşırtmış, durumu açıklamakta zorluk çekmişti. Ama diğer aşiret
reisleri çözülerek bazı itiraflarda bulunmuşlardı. 2 Kasım tarihli
Tan’da, 1 Kasım tarihli üçüncü duruşmada da benzer olayların yaşandığı
ama zanlıların bütün suçlamaları reddettiği yazıyordu. Benzer durumlar
diğer duruşmalarda da yaşanacaktı.
16 Kasım 1937 tarihli Tan gazetesi ise acı sonu ilan ediyordu: “Tunceli
hadisesine ait muhakeme hitam bulmuştur [bitmiştir]. Tunceli’de isyan
eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan
11’i idama mahkûm olmuş fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası
yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil
edilmiştir. Diğer yedi idam mahkûmları şunlardır: Seyit Rıza ile oğlu
Hüseyin ve Seyhanlı Aşireti reisi Hasso Seydi ve Yusufhanlı Aşiret reisi
Kamer oğlu Fındık ve Demenanlı aşiret reisi Cebrail oğlu Hasan,
Kureyşanlı Ulikeye oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Alidir. İdam hükümleri
bu sabah infaz edilmiştir. 14 suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir.
Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır.”
Otomobil farları altında yargılama
Seyit Rıza ve arkadaşlarının yargılanması ve idamını o sırada Malatya
Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil yürütmüştü. Çağlayangil’e göre
mahkemeler bazen otomobil farlarının ışığında yapılmış, okuma-yazma ve
Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmiş, asabilmek
için en az 75 yaşında olan Seyit Rıza’nın yaşı 57’ye indirilmiş, oğlunun
yaşı da 17’den 21’e çıkartılmış, Alpdoğan Paşa, idam kararının
yazılacağı boş kâğıdı önceden imzalamıştı. İdamlar 14 Kasım’ı 15 Kasım’a
bağlayan pazartesi günü, gece yarısı Elazığ’ın Buğday Meydanı’nda infaz
edilmişti.
İhsan Sabri Çağlayangil, idam anını ise şöyle anlatmıştı: “Kararlar
okununca sanıklar ilk anda anlamadılar. ‘İdam tunne’ diye bir velvele
koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis müdürü
İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda
durdu. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. -Asacaksınız; dedi ve
bana döndü. ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık. İlk
kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı
namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk
liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi. Bu sırada Fındık Hafız
asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı
bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Ama
Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı:
‘Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi.
Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü.
Çingene’yi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu
ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de
yakıldı...”
Çağlayangil, “Yakıldı” diyor ama yerel kaynaklara göre cenazeler ya
Elazığ’ın merkez köylerinden Holfenk Köyü civarındaki Kireçocağı
Mevkii’ne ya da Elazığ Tren İstasyonu civarına defnedilmişti.
“Cumhurreisi Elaziz’de”
17 Kasım 1937 günü Atatürk, kısa süre önce İsmet Paşa’dan başbakanlığı
devralmış olan Celal Bayar, 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, General
Alpdoğan ve diğer yüksek zevatla birlikte Diyarbakır’dan Elazığ’a doğru
yola çıkmıştı. Yolda Murat Suyu üzerinde bir köprünün açılış törenine
katılmışlardı. Atatürk köprünün eski adı olan Soyungeç’i beğenmemiş ve
Singeç yapmıştı. Ardından heyet Pertek’e gitmiş, Atatürk (18 Kasım
tarihli Tan gazetesinin ifadesine göre) “Minimini mektep çocuklarının
önünde durarak bunlarla ayrı ayrı konuşmuş ve içlerinden bazılarının
yüzünde sivrisinek ısırmasından hâsıl olan çıban hakkında kaza
doktorundan izahat alarak bunun sebebi ve tedavisi üzerinde esaslı
tetkikat yapılmasını” emretmişti. Pertek’ten ‘Coşkun uğurlama
tezahürleri arasında ayrılan’ Atatürk ve yanındakiler saat 17’de
Elaziz’e varmışlardı.
Görüldüğü gibi bu hikâyede Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamına dair tek
bir kelime bile yoktu. İdamlardan sonra bölgede askeri harekât bir süre
daha devam etmiş, kısa süreli bir sessizlikten sonra, 1 Haziran 1938’de
II. Dersim Harekâtı başlamış, eylül ayının sonuna kadar Genelkurmay
belgelerine göre, ‘haydut’, ‘eşkıya’, ‘şaki’, ‘dağlı’ diye nitelenen
gruplar yine bu belgelerin diliyle imha edilmiş, temizlenmişti.
“Ordu zehirli gaz kullandı”
İhsan Sabri Çağlayangil 1986 veya 1987 yılında, o günün yüksek
bürokratı, bugünün CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na devletin “Dersim
Müşkilesi’ni nasıl bitirdiğini şöyle açıklamıştı: “…Neticeyi söylüyorum.
Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz
kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi.
Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu.
Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi.
Dersim böyle bitti...”
İdamdan önce görüştüler mi?
Başlıktaki soruya dönelim: Seyit Rıza, idamlardan önce Atatürk’le
görüşme fırsatı buldu mu? Bugüne dek, Atatürk’ün 12 Kasım 1937 günü
Ankara’dan başladığı Doğu Gezisi’nin ilk durağının 13 Kasım’da Sivas
olduğu, heyetin 14 Kasım’da Malatya’ya geçtiği, aynı gün saat 14.00’te
şehirden ayrıldığı biliniyordu. Yerel Uluova gazetesinin 17 Kasım 1937
tarihli nüshasına göre “14 Kasım 1937 günü [Elazığ’ın merkezine yarım
saat uzaklıktaki] Yolçatı’na gelen ve büyük bir törenle karşılanan
Atatürk ile beraberindekiler o gün Elazığ’a geçmeden Diyarbakır’a”
gitmişti. Heyet 15 Kasım günü öğleden sonra Maden’e akşam saatlerinde de
Diyarbakır’a varmıştı. Burada iki gün kalan Atatürk 17 Kasım’da
Elazığ’a gelmiş ve yukarıda Tan gazetesinden aktardığım programı
gerçekleştirmişti. Yani Seyit Rıza ile hiç karşılaşmamıştı.
Neden Malatya’dan Diyarbakır’a?
Heyetin, Malatya’dan sonra yol üzerindeki Elazığ yerine önce
Diyarbakır’a gitmesi sonra ters bir şekilde Elazığ’a gelmesi garipti ama
kimse bunun üzerinde durmamıştı. Aynı şekilde, saatte 30 km. gidebilen
buharlı trenle 250 km’lik Malatya-Diyarbakır yolculuğunun en fazla 10
saatte yapılması mümkünken yolculuğun 30 saate yakın sürmesi, bu süre
içinde heyetin herhangi bir yerde konaklamaması da garipti ama bu
konunun da üzerinde durulmamıştı. Sonuç olarak devletin yarı resmi
gazeteleri tarafından duyurulan zaman çizelgesi idamların Atatürk’ün
gıyabında gerçekleştiği, hatta habersiz olduğu, eğer bilseydi duruma
müdahale edeceği iddiasını/efsanesini desteklemişti.
Halbuki, Kırmanciya Beleke Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhat Halis’e
göre bu kronoloji doğru değildi. Çünkü eğer Atatürk’ü taşıyan tren 14
Kasım 1937 günü saat 14.00’de Malatya’dan ayrıldıysa ve Elazığ’a
uğramadan yola devam ettiyse, tren yol üzerindeki Sivrice Gölü’nün
(kısaca Gölcük) önünden o gün akşama doğru geçmeliydi. Oysa 16 Kasım
1937 tarihli Ulus gazetesinde şöyle yazıyordu: “Atatürk öğle yemeklerini
(…) Gölcük’te yemişler ve trenlerinden inerek göl etrafında iki saat
kadar devam eden tedkiklerde bulunmuşlar, alâkadarlara bazı emirler
vermişlerdir.” Gazeteye göre Atatürk ve heyeti 15 Kasım’da Maden’den
geçmiş ve o günün akşam saatlerinde Diyarbakır’a varmıştı.
Nereye götürüldü?
Bu anlatımlar doğruysa 14 Kasım öğleden sonrası ile 15 Kasım sabahı
arasında Atatürk ve arkadaşları neredeydi? Halis’e göre Atatürk o geceyi
Elazığ’da Merkez İstasyonu’nda bekleyen treninde geçirmiş ve idam
cezasının infazını bekleyen Seyit Rıza ile görüşmüştü.
Bu gizli görüşmeye dair bir ipucu da İhsan Sabri Çağlayangil’in
anlatımlarında vardı. Çağlayangil idam gecesini anlatırken “Seyit
Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İbrahim’in arasına
oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu…” demişti.
Serhat Halis’e göre mahkeme binasıyla idamların gerçekleştirildiği
Buğday Meydanı yan yanaydı. Bu yüzden Seyit Rıza’nın on adımlık mesafe
için bir araca bindirilmesine gerek yoktu. Ayrıca Seyit Rıza elebaşı
olarak ilk idam edilmesi gerekirken en son idam edilen kişiydi. İlk
idamla son idam arasında yaklaşık bir saat vardı. Bu bir saatlik
yolculuk muhtemelen Atatürk’ün kendisini beklediği istasyona yapılmıştı
ve ziyaretin hüsranla bitmesinden sonra, büyük ihtimalle, Seyit Rıza
idamından önce söylediği iddia edilen şu sözleri bu görüşmeden çıkarken
sarf etmişti: “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu,
ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun!”
Ne dersiniz, ilginç bir iddia değil mi?
AYŞE HÜR Radikal
18 Kasım 2012
Özet Kaynakça: Jandarma Genel Komutanlığı Dersim Raporu, Kaynak Yayınları, 2000; Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı Genelkurmay Basımevi, 1972; Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları Tenkil Ve Tedip, Evrensel Yayınları, 2003; Mehmet Kalman, Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nujen Yayınları, 1995; İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Belge Yayınları, 1990; İhsan Sabri Çağlayangil, Anılar, Güneş Yayınları, 1990; Serhat Halis, “Sey Rıza-3”, http://www.kirmanciye.org/beleke_sayi_4_hangi_sey_riza_3.htm
Emegine ve can yüregine saglik.
YanıtlaSil