28 Eylül 2010 Salı

Engels'i Kıçından Anlamak


Anti-Duhring'i ilk kez 22 yaşında okumuştum. Muzaffer İlhan Erdost'un sahibi olduğu Sol Yayınları'nın 1977 baskısıydı ve petrol yeşili bir kapağa sahipti. İtiraf ediyorum, bazı yerlerini hızlı hızlı geçip kimi paragrafları hatta sayfaları atladığım da olmuştu. Fakat ilerki yıllarda fark ettim ki bu kitap öyle okunup kenara atılacak bir broşür değil tam tersine zaman zaman başvurulup "pozitif düşünce nasıl olmalı" sorunsalına cevap taşıyan bir rehberdi. Tabii gündelik hayatın hır gürü içinde her derde deva olamazdı. Örneğin Anti-Duhring okuyup Bakkal Mahmut'un beni kazıklamasını önleyemezdim ama yine de insanın tereddüte düştüğü zamanlarda bazı sorularına cevap bulduğu vazgeçilmez bir kaynak kitaptı.

Referandumla yatıp-kalktığımız geçtiğimiz aylarda da bol bol bu kitap sayesinde fikir jimnastiği yaptım. Ne diyordu Engels baba mealen? "Geçmiş zamanda herhangi bir vakada ahlaklı olanı ya da doğru görüneni ayırt edemeyiz sadece o vakayı doğuran şartları görebiliriz" Güzel. O zaman sadede gelelim. Pek solcu hayırcı kesim, neden hayır oyu vereceklerini izah ederken şu meşhur 3Y (yargı-yürütme-yasama) teslisinin (baba-oğul-kutsal ruh) zarar göreceğini bunun da cumhuriyetin temel ilkelerini dinamitleyeceğini söylüyorlardı. Onlara göre yürütme ile yargı arasında her zaman bir çelişki vardı ve olmalıydı. Çelişkiyi sınıfsal karşıtlıkta değil de Kemalizm'in bitmez-tükenmez eklektik yorumlarında arayanlara göre, yargı her zaman için yürütmeye nazaran daha ahlaklıydı. Ve yürütme her zaman karşı devrimci bir ruha sahipti. Türkiye'nin o kendine özgü dört tarafı düşmanlarla çevrili coğrafyasında iç düşman kimi zaman yürütme kılığına bürünüyordu. Bu görüşe göre Menderes-Özal-AKP dönemleri sıkıca denetlenemediği sürece Türkiye karşı devrim tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bunun için de tehlikenin farkına varıp "hayır" oyu vermeliydik.

Evetçi solcular ise (yetmez ama evet) "şartların gerektirmesi" yüzünden -burada Engels'e atıf pek bariz- Türkiye'nin artık tam bir batı demokrasisine geçmesi gerektiğini ve yeni taslağın yetersiz olduğu halde desteklenmesi gerektiğini söylüyordu. Bir anlamda onlar da hayırcılar gibi "ahlaklı olmak ve doğru tarafta durma"nın erdemini öne sürüyorlardı. Yine onlara göre AKP'nin bu yetmeyen ama evet denmesi gereken tasarısı kaçırılmaz bir fırsattı. Onlara göre tüm günah keçisi yürütmeyi denetleyen yargıydı. Neredeyse üretim güçlerinin gelişmesini engelleyenin de yargı olduğunu söyleyecek kadar ileri gideceklerdi de Tanrı razı olmadı buna. Bu kadar da vulgarize olmadılar.

Yazıyı buraya kadar okuyanlar normalde şunu soracaklardır. Haklı olan kim? Şahsi fikrim bu konumda bir haklının olamayacağıdır. Neticede 12 Eylül'den 30 yıl sonra hala yeni bir anayasa yapılmamışsa "yetmez ama ehven-i şer daha iyidir" türünden bir çıkarıma girişmek tümden saçmalıktır. Hala anlaşılmadı mı? Peki benden günah gitti o zaman. Bir sonraki paragraf teoriye değil de tamamen pratiğe yönelik.

Her mevsim değişikliğinde beni yatağa düşüren bel ve siyatik ağrılarım geçen hafta da bana hayatı zindan etti. Hafta sonu tatilinde birilerinin yapması gereken iki adet iğne mevcuttu. Birkaç sene öncesi olsaydı bir devlet hastanesinin acil servisine gider, saatlerce sıra bekler, hafta sonunu nöbette geçirdiği için sinir küpü halinde ortalığa dehşet saçan sağlık personelinin tafralarına ve çemkirmelerine katlanırdım. Fakat aradan geçen yıllarda kalkınmış ve üretim güçleri gelişmiş Türkiye'de artık her mahallede özel bir poliklinik açılmıştı. Sağlık hizmeti ayağımıza gelmişti. Ben de en yakındakine gittim. İçeri girdiğimde yaşlı bir amca "kan tahlili 55 lira olur mu, soyguncu musunuz" diye söyleniyor, görevlilerden birisi de ona bunun özel bir tahlil olduğunu ve zaten devletin verdiği tarifenin dışına çıkamayacaklarını söylüyordu. Masaya yaklaştım "iğne olmak istiyorum" dedim. Güleryüzlü özel sağlık görevlisi "10 lira verin ve bekleyin" dedi. Bir 15 dakika sonra dudaklarına marmelat sürmüş bir kadın geldi ve beni ancak iki kişinin burun buruna durabileceği, içinde sadece leş gibi bir yarım kanepe mevcut küçük bir odaya aldı. "Para makbuzunu verin, şuraya uzanın ve sıyırın" dedi. Kaldırımı matkapla delen bir belediye işçisi ne kadar özenliyse o da aynı özenle enjeksiyonumu yaptı. Referandum sonrası bir hafta sızlayacak popomla yeni Türkiye'ye adım atmıştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder