29 Eylül 2010 Çarşamba

Minare ve Deniz Feneri

Sembolize ettiği örtük anlamları bakımından ayrı kutuplarda duran iki kavramdır minare ve deniz feneri.

Minare; gerçeğe ve kurtuluşa çağrıda bulunur. "Gel" der, "kurtuluşun bende, gerçeği ben biliyorum, boşuna arama". Size, kendisine gelmenizi öğütleyen bir tavır sergiler. Ne yapmanız gerektiğini bilir ve size yönünüzü gösterir. Mekan olarak olduğu kadar ideolojisi ile de merkezdedir.

Fener ise; kıyıda yer alır öncelikle. Onun çağrısı tam tersine "bana gelme" biçimindedir. Çünkü "bana gelirsen yok olursun" demektedir. Ne yapman gerektiğini öğütlemez hiç bir zaman, nitekim ışığı tek bir yönü işaret etmez. Bu nedenle hazır yaşama kalıpları sunmaz. Tehlikeli ve tekinsizdir.
Felsefi tavır, minarenin değil, fenerin çağrısına kulak vermektir. Nitekim felsefe yapıyor olmak, bir anlamda kendi ruhuna işkence yapıyor olmaktır. Bir yandan eksikliğini tamamlamak diğer yandan başka eksiklikler kazanmak için yolda olmaktır felsefe. Bir arayıştır yani ve size, kendinizi bulacağınızın sözünü vermez. Zaten her kim ki, "yapman gereken budur" diyorsa orada felsefe bitmiş demektir. Yolda olmanın amacı hedefi teorik bilgiler yığını edinmek değil, "yaşama ustalığı" kazanmaktır. Yolculuğa çıkılırken insanlar yanlarına çok sayıda şey alırlar ama her şeyi de alamazlar. Yaşama ustalığı için yola çıkanın yanına alamadığı, geride bıraktığı şey verili yaşam kalıplarıdır, sorgulanmamış, hesaplaşılmamış fikirlerdir. Bunlar insanı elbette rahatlığa taşıyan şeylerdir üstelik. Ancak felsefe yapıyor olmak bir rahatsızlıktan çıkar. Kendi konumundan memnun bir yerde ve insanda felsefe olmaz.

Yaşama ustalığının temeli insan olmaktır; yaşamın dertlerine rağmen yaşamak, mutluluğu insanlık değerlerinden öte bir yerde aramadan ustalaşmak. Değiştirilebilecek ne varsa değiştirmek, değiştirilemeyenleri kabul etmek. Yaşamanın ilk ayağı, olup biteni görebilmek, gereksiz olan ne kadar tutku ve düşünce varsa bir kenara atabilme ustalığıdır. Bilginin dostu olmak, onun peşindeyken dönüşmek, dönüştürmek demektir. Yaşama ustalığı budur.

Kendini tanımak cesaretiyle yolcu olmaya karar verdiyseniz ki, kendini tanımak isteği aslında ne olduğunu bilmek değil, ne olmadığına dair bir tutamak noktası edinmektir, deniz fenerlerine dikkat etmeniz ve kendi kendinize gurbet olmaya hazırlıklı olmanız gerekir. Ama yolcu olamayacaksanız doğruyu apaçık ve sorgusuz biçimde bilen minare zaten hemen yanıbaşınızdadır. İyi namazlar.

1- Gia yazılarımdan derlenmiştir.
2- Bu "iyi namazlar"ın aşağıdaki yazıyla doğrudan ilgisi yoktur.

2 yorum:

  1. Küçükken bir bilim-kurgu filmi görmüştüm. Yolcular gittikleri bir gezegenden mikrop kapıyorlar, sonra dünyaya döndüklerinde yavaş yavaş değişmeye başlıyorlardı. Önce parmakları yeşil oluyor, saklama ihtiyacı duyuyorlar eldiven giyiyorlar, sonra kolları yeşil oluyor uzun kollu elbiseler giyiyorlar, sonra tüm vücutları değişip başka bir yaşam formuna dönüşüyorlar. Bakteri de bulaşıcı olduğundan zamanla tüm şehir değişiyor. Kabaca konu bu.

    Beni etkileyen şey, yaratığa dönüşenlerin neredeyse tümünün insan olmalarını unutmalarıydı. Fakat içlerinden bir kaç tanesi herhangi bir sebepten dolayı önceden başka bir şey olduğunu hatırlıyordu. Sonra kendi çabasıyla bir panzehir yapıyordu herkesi kurtarıyordu vb vb vb.

    Son paragrafınızdaki bir cümle her şeyi özetliyor.

    "kendini tanımak isteği ne olduğunu bilmek değil, ne olmadığına dair bir tutamak noktası edinmektir"

    Benim tutamak noktam, insanları değiştiren, başka bir şey haline sokan o mekanizmayla savaşmak.

    YanıtlaSil
  2. "Neyim bilmiyorum ama işte bu değilim"i anlatmak üzere tüm çabamız. Ara ve Sava ile Asim Tot ile yıllardır bunun üzerine kafa yorup yaşamımızı böyle kurmaya çalışıyoruz. Bu yolda epey bir değerli insanla tanışma olanağı yakaladık. Sizinle de birgünsonra aracılığıyla birlikte olma fırsatı bulduk, mutluyuz. Teşekkürler.

    YanıtlaSil