Ayaklarım yüreğim kadar cesur davranamadığı için vicdanımın reddettiği bir yerdeyim dört aydır. Ülke gençliğine en az milliyetçilik kadar homofobi ve kadın düşmanlığı da empoze edilen bir yer burası. Öyle ki; üzerimize 'zimmetlenen' silahı düşürmek, kaybetmek ya da başkasına emanet etmek yasak. Çünkü o bizim 'karımız' ve karı kısmına sahip çıkamayanın erkekliğinden sual olunur burada.
Nöbet tuttuğumuz uçurumun altındaki Kürt köyüne hiç silah sıkmadık ama 24 saat gözlerimizle taciz etmemiz istendi, ediyoruz. Haa "ben etmiyorum" demek neyi değiştirir yanındaki arkadaşının küfürlerine engel olamadıktan sonra?
En çok da çocuklara çektiriyoruz burada. Gül yüzlü çocuklar, köylerinin hemen dibinden akıp giden nehirde oynamak istiyor, benim bile bu yaşta canım çekerken. Heyhat! "Yassah" deyip kovalıyoruz çocukları. O çocuklardan biri geçen gün taş attı bana. Zamanında tek oyuncağı olan o nehre sokulmadığı için belki de; abileri geldi birkaç gece sonra. Karakolun dibine kadar girmişlerdi fark ettiğimizde. Kovaladık, kaçtılar. İyi ki kaçtılar...
Çocukları sokmadığımız o nehir, Aras Nehri olup komşu ve 'düşman' ülke ile siyasi sınırımızı çiziyor. Güzelim nehri de alet etmişiz kirli oyunlarımıza anlayacağınız. Oysa nehrin öte yakasındaki köyün adı bile bu taraftakiyle aynı. İnsanı, taşı, toprağı gibi...
Görkemli Aras'ın dik vadisine her gün "Hepimiz Ergenekoncuyuz" yazıyoruz taşlarla. Sonra diğer sabah bir bakıyoruz ki taşlar Hrant'a dönüşüvermiş. Ne Ermeni askerleri ne de bizim Mehmetçik bir anlam verebiliyor bu işe. Taşlarla birbirimize bakıp gülüyoruz çaktırmadan. "Altılıda son ayak n'olur" diye soruyor: "En dış kulvardan gelen 'Halkların Kardeşliği' en az üç boy fark atar" diyorum yarışın mutlak favorisi olan Faşizm'e.
Ah be abi, senden sonra hipodroma da gitmez olduk babamla...
"Ben buraya davul zurnalarla gönderilen bir ocak başkanıydım" diyen Ankaralı çavuş, "böyle devletin de ordunun da..." derken, komutana dönüp "akıl sağlığımdan ettiniz, vatana millete düşman ettiniz, askerlikten soğuttunuz" diye noktalarken cümlesini, aynı gün bel ve diz ağrılarım nedeniyle gittiğim revirdeki tabip asteğmen "kısa dönemler ölüm döşeğinde olsa sevk yazmam" dediğinde ben hâlâ susuyordum. "Seni doktor yapan eğitim sisteminin de sağlık sisteminin de..." diyemeyip susuyordum.
Susmak erdemse, böyle erdem olmaz olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder