23 Haziran 2011 Perşembe

Garip Bir Düşünce Biçimi




Anadolu-Türk sentezi tıpkı Türk-İslam sentezi gibi bir tür dünyayı yanlış algılama biçimiydi. Zaten geçmişe yönelik sentezlerde hep bir yanlış algılama söz konusu değil midir? Öyledir elbette. Sonuçta yaşanmamış bir algıyı tahmin etmek ya da yorumlamak, ya da "bu böyle olmalıydı başka açıklaması yok" türünden yeniden üretmektir geçmişe dair kurmacalar. Peki neydi bu Anadolu-Türk sentezi?

Türk-İslam sentezi nasıl muğlak bir Türk milliyetçiliği ile İslamiyeti birbirine eklemleme çabasıysa Anadolu-Türk sentezi de özünde hümanizm sosuyla yoğrulmuş coğrafya temelli olduğunu iddia eden fakat çok küçük püf noktalarıyla Türk milliyetçiliğinin ya da inkarcılığının bir yansımasıydı. Türk-İslam sentezinin vulgar görüntüsüyle karşılaştırıldığında yanıltıcı olarak akla daha uygun gelmesi ve bir takım Kemalist aydınlar tarafından cilalanması sonucunda elbette daha insani bir doktrin olarak göze çarpıyordu. Sonuçta Kemalizm İslamiyeti bir şekilde terbiye etme amacını taşıdığından coğrafya temelli hümanist bir ideolojiyi kitlelere şırınga etmek için sol ya da hümanist aydınların desteği şarttı.

Klasik arkeolojiye yakınlık duyan Azra Erhat, Halikarnas Balıkçısı, Vedat Günyol ve Sabahattin Eyüpoğlu gibi aydınların 1940'larda ortaya attığı bu teze göre insanlar hümanizmin ışığında Anadolu coğrafyasının tüm uygarlıklarını kucaklamalıydı. Homeros, Heraklitos, Thales, Herodot gibi antik düşünürler, tarihçiler madem ki Anadolu topraklarından çıkmışlardı o zaman bizim (Türklerin) geçmişimizi de temsil edebilirlerdi. Yani Hititler, Lidyalılar, Likyalılar, Romalılar tıpkı Selçuklu ve Osmanlı gibi bizi şekillendiren unsurlardı. Kulağa ne hoş geliyor değil mi? Sünni İslamın boğuculuğuna ve taşralılığına artı muğlak bir Orta-Asya uydurukçuluğuna nazaran pek tercih edilesiydi. (hak veriyorum) Üstelik kanıtları da ortalık yerde duruyordu. Anadolu antik harabelerle doluydu. Ve bu antik geçmiş bizi üyesi olmak istediğimiz Avrupa uygarlığına rahatça götürebilirdi. Tıpkı 1800'lerin kıta Yunanistan'ı gibi. Onların Platon'u, Aristo'su varsa bizim de Heraklitos'umuz, Thales'imiz vardı. Onların Achileus'u varsa bizim de Hektor'umuz vardı. Ancak...

Ancak evet ancak, bu ideoloji Kemalizm'in bir ürünü olduğu için baştan ölü doğmuştu. Kemalizm diyordu ki, "Achileus işgalciydi, Hektor vatanını savunuyordu. Ey köylü Memet sen Hektor'un torunusun, Ey İzmir'i ve Batı Anadolu'yu işgal etmiş Yorgo sen de Achileus'un torunu" Ancak unutulan ya da kasten göz ardı edilen bir şey vardı. Sonuçta kıta Yunanistan'ı ile Batı Anadolu'dakiler (en azından sahil kesimindekiler) aynı dili Grekçeyi konuşuyordu. Ve bu ideolojinin savunucuları bundan hiç bahsetmiyordu. Heraklitos ve Anaksimenes sanki Yunanca konuşmuyorlardı. Antik çağlardan beri ana kara Yunanitan'ı ile Batı Anadolu'daki Yunanlılar arasında bir çelişki varmış gibi gösteriliyordu. Sonuçta Anadolu'da yaşayan Türkmen ile Orta-Asyadaki Moğollar arasında akrabalık kurmaya çalışan Turancıların bütünleştirici tarafı bu ideolojinin savunucularında yok idi. Elbette böyle bir zayıf temele sahip bir tür coğrafya milliyetçiliği olan bu garip ideolojinin ömrü de uzun olmadı. Ancak yan etkileri de etnik tartışmalarda yansımalarını buldu. Sümerlerin dil bakımından Hint-Avrupa kökenli olmadığı neticesinden bunların Ural-Altay dil grubuna mensup Proto-Türk olabileceği üzerine uzun uzun makaleler yazıldı. 2000'li yıllarda yükselen Kürt milliyetçiliği bunu apartıp Sümerler ve Hititler aslında Kürttür demeye getirdi. Bir bakıma milliyetçi tarih bakışının üvey evladı olan coğrafyacı milliyetçilik de bir tür geçmiş inşa etme çabalarına dahildi ama mecrasını bulamamıştı.

Zaman zaman Batı Anadolu'dakilerin kıta Yunanistan'ında yaşayanlardan farklı olduğunu iddia eden bu görüşün savunucuları, kimi zaman komik bir biçimde Yunanca isimlerin ardındaki es, os gibi takıları kaldırma ihtiyacı duydular. Homeros oldu Homer, Herodotus oldu Herodot. (Hatta ansiklopedilerde Roma İmparatoru Marcus Aurelius, Marc Orel gibi avrupai şekilde yazıldı.) 1930'larda soyadı kanunu çıktığında yasaklanan ve bir tür aidiyet ifade eden “yan, of, ef, viç, iç, is, dil, pulos, aki, zade, mahdumu, veled ve bin” gibi eklerin yasaklanması gibi insanları kendi geçmişlerinden ya da sahip oldukları etnik, dini değerlerden soyutlayıp bir tür kurgusallığı dayatmanın nazikçe üslubuydu yapılanlar.

Bir ulus inşa ederken ne gibi gariplikler yaşanıyor değil mi? Duyduklarımız ve Nacaras gibi yazarların kitaplarından öğrendiğimize göre geçmiş yüzyılda Yunan ana karasında Attika bölgesinde, Çamurya'da Arnavutlara ve kuzeyde Makedonyalılara, "Siz aslında Helensiniz, zamanla köklerinizden uzaklaşmışsınız size tekrar Helen olduğunuzu hatırlatacağız, dış güçlerin kışkırtmasına gelmeyin) diyenleri de umarım başka bir arkadaşımız ayrıntıyla anlatabilir.

1 yorum:

  1. "Duyduklarımız ve Nacaras gibi yazarların kitaplarından öğrendiğimize göre geçmiş yüzyılda Yunan ana karasında Attika bölgesinde, Çamurya'da Arnavutlara ve kuzeyde Makedonyalılara, "Siz aslında Helensiniz, zamanla köklerinizden uzaklaşmışsınız size tekrar Helen olduğunuzu hatırlatacağız, dış güçlerin kışkırtmasına gelmeyin) diyenleri de umarım başka bir arkadaşımız ayrıntıyla anlatabilir."

    Bu makalenin devamını getirecek bir yazarımız olduğuna inanıyorum ben.

    YanıtlaSil