16 Haziran 2011 Perşembe

"Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim..."

Sözcükler yaşamın üzerine titrediğimiz anlarının gizemini korur mu? Böyle şiirsel bir düzen oluşturulabilir mi? İnsan kibir ve küstahlığından vazgeçer mi? Sömürü, talan biter mi? Bilmiyorum. Ancak mücadelenin sürüp gideceğini umuyorum. Yaşamın zenginliği ve şeylerin yazgısı bizim izleyeceğimiz yola bağlıdır. Şeylerin ne olduğu, kendilerini ne yolla açacakları, kısacası yazgıları bizim yaşam savaşımızda açığa çıkacaktır. Derindeki savaşı bizim yaşama sevincimiz ve tutkumuz yönlendirecektir. Yeryüzünde soluk bir ışığın ve buna eşlik edecek umutsuzluğun sürmemesi için, aptal ve şaşkın, güdülenen doğamızı terkedip derindeki savaş için kolları sıvamalıyız. (E.R.Turan. Doğubatı. Sayı 48)

Ara Nubaryan’ın “Sizi kastetmemiştik” yazısından cesaret alarak Alois Prinz’in “Ulrike Meinhof” (Versus Yayınları 2008) kitabının geniiiiş bir özeti niteliğinde bir Ulrike Meinhof biyografisi ve kitap tanıtımı yapmayı deneyeceğim.... Umarım başarabilirim :)

7 ekim 1934 yılında doğmuş Ulrike Meinhof, Hitler Almanyasında. İkinci dünya savaşının en civcivli zamanlarında çocuk olmak elbet zor olmalı. Bir de daha beşbuçuk yaşında iken babasının pankreas kanserinden dolayı ölmesi eklenince, onun hayatındaki zorlukların ne kadar erken başladığını görebilmek mümkün. Dul kalan annesi lise eğitiminden sonra, üniversiteye devam etmediğinden, doğru dürüst bir iş bulamaz. Kocası her ne kadar Jena Belediye Müzesi’nde çalışmış olsa da, devlet memuru olarak değil de, sözleşmeli personel olarak çalışıtırıldığından, devlet memurlarına bağlanan maaştan faydalanamaz annesi. (ne kadar da benziyor bizim memlekete)

1940 yılında annesi, bir takım yardımlarla birlikte üniversiteye devam eder. O günlerde, Ulrike’nin hayatına bir genç kız girer, Renate Riemeck. Annesi ile aynı üniversiteye devam eden Renate’nin çok etkisi olacaktır, Ulrike’nin yaşamında.

Mahalledeki çocuklar arasında herkesin “bubi” dediği, itilip kakılan, alay konusu olan biri vardır, onu sadece Ulrike korur. Günün birinde Renate Riemeck’e şöyle der : ”Sanırım ben Bubi’yle evlenmek zorunda kalacağım, çünkü bana çok ihtiyacı var”

Duyarlı insanlar başkalarından daha önce mi haksızlıkların farkına varıyordu? Onlar başkalarından daha çok mu acı çekiyordu? Başkaldıranlar daha çok yumuşak kalpli insanlar arasından mı çıkıyordu? Ulrike’nin bir arkadaşının şiir defterine yazdığı şu sözler sanki onun yaşam felsefesini özetler : “Eğer çok üzgünsen, insanlar için iyi bir şey yap, kendini çok daha iyi hissedeceksin.” İnsanlar için iyi bir şey yapabilmenin olanakları gittikçe azaldığında ise şöyle diyecekti : “Üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim”

Okul dönemlerinde hatırı sayılır miktarda dini eğitim görmüş, bir süre katolik kız okulunda rahibelerden de dersler almıştı. Dini bakımdan muhafazakar denilecek düzeyde inançlarına bağlı biriydi ve inancı her türlü şiddeti yasaklıyordu. Çok ileride, 1962 yılında şu satırları yazacaktı; “Kurşun atarak dünyayı değiştirmek olanaksız, bu yolla onu sadece yok edebilirsiniz”

(devam edecek...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder