22 Ağustos 2013 Perşembe

13 Gül

Las 13 Rosas (13 Gül) - 2007
Yönetmen: Emilio Martínez Lázaro


Film; faşist Franco İspanya’sında 13 devrimci kadının başlarından geçenleri anlatan, öykü ve kurgusunu gerçek belgelere dayandıran bir yapıt. Bu 13 genç kadın faşizme karşı kendince ve örgütsel olmayan bir mücadele sürdürürken birer birer gözaltına alınır. Bazıları iyi niyetli aileleri tarafından bir şey olmayacağı inancıyla teslim edilir, göstermelik bir mahkeme ile suçlu ilan edilerek hapse atılırlar ve nihayetinde tümü idam edilir. Aralarından sadece Blanca evli ve çocuk sahibidir ve aslında bu grup içinde yer almadığı halde, sosyalist bir tanıdığına yaptığı bir yardım nedeniyle aynı gruba dahil edilir. Blanca tüm bunlara rağmen idamı öncesi küçük oğluna yazdığı mektupta ne olursa olsun intikam duygusu taşımamasını ister ve iyi bir insan olmak üzere hayatını sürdürmesini öğütler. Blanca dindar bir insandır, oğluna da iyi bir dindar olmasını, tanrının kendisine gösterdiği gibi ona da yol göstereceğini ifade eder. Yani dindar ama kindar olmayan bir nesil arzusundadır.  

Türkiye’de “Gezi Parkı Direnişi” olarak anılan ve bu direniş ile başlayıp tüm ülkeye yayılarak tarihe geçen olayların izlediği seyir herkesin malumu. Olayların sıcaklığı ve iç kanatan sonuçları soğumuş değil. Süreçte daha nelerle karşılaşılacağı kimse tarafından öngörülememekle birlikte bugüne kadar olanları bile birçok açıdan çok şey ifade ediyor. Bunların kritikleri çeşitli bilimsel disiplinlerce veya sanat ve edebiyat gibi alanlarda yapılıyor ve yapılacak. Elbette somut ve bazı araştırma şirketlerince ortaya konmuş veriler ve kamuya yansıyan görüntüler bu araştırmalara kaynaklık edecektir. Bunlardan bazıları dile getirildi bile. 

Film ile "Gezi Direnişi" arasında pekçok koşutluk görmek olası. Örneğin direnişe katılan insanlar oldukça gençler, aynı 13 Gül gibi. 13 Gül’ün direk bir örgüt bağlantısı yok, aynı direnişçiler gibi. Sosyal ve "asosyal" medyada “cadı avı” terimiyle karşılanan ve hukuki dayanağı olmayan gözaltılar yaşanıyor, aynı 13 Gül’e yapıldığı gibi. İnsani gerekçelerle revir veya tuvalet için kapılarını açan oteller gibi kurumlar suçlanıyor, aynı Blanca’ya yapıldığı gibi. 13 Gül film boyunca esprileriyle, şakalaşmalarıyla, danslarıyla hayatı doyasıya duyumsuyor, aynı direnişçi gençlerde görülen eşsiz mizah anlayışı gibi. Güller, beğenmedikleri hapishane koşullarına şarkı besteliyorlar, aynı gezi parkı olaylarına yazılan veya düzenlenen şarkılar gibi. Aslında direk olayların içinde olmadığı halde kendini hapiste bulan Blanca annelik duygusunun yarattığı korumacılıkla olsa gerek diğerleri için de af istiyor ve onların yanında yer alıyor, aynı direnişe destek veren, polisin önüne çember olan direnişçi anneler gibi. 13 Gül’ü hapisten gece vakti almaya geldiklerinde diğer tüm hapisteki kadınlar tencere ve tabaklara vurarak durumu protesto ediyorlar, aynı birçok akşam 21:00’de duyulmuş olduğu gibi. Aynı anda hapishane müdürü veya gardiyan başı duygularını artık daha fazla bastıramıyor, aynı isyan eden bazı gezi parkı kolluk güçleri gibi. Gerçeklere dayanan bu film üzerinden faşist bir iktidarın suçlama argümanlarının neler olabileceğini görmenin yanı sıra; insanlığın yarattığı ortak kültürün böylesi durumlarda verdiği insani tepkilerin sadece akıl bakımından değil, eyleyiş bakımından da ortaklaşıyor olduğunu görmek olanaklı. 

Sözü kendilerinin de son sözleri olan 13 Gül'ün ifadelerine bırakalım. Olacaklardan çok korkan ve üzülen, istemeden de olsa güllerin bazılarının yakalanmasına neden olan ve muhtemelen aynı nedenle idam cezası almayan Carmen’e Virtudes şöyle diyor: “En çok neyin önemli olduğunu unutma Carmen. Haklı olduğumuzu unutma… Bir dava uğruna savaştığımızı... Korkmamıza gerek yok. Çok cesur olmalıyız, çok yürekli. Çünkü bizi affetmeyecekler ufaklık. Birimizin kalıp yaşadıklarımızı anlatması gerekiyor… Unutma…”

Koğuşlardan güller toplanır ve sevdiklerine mektuplarını yazmak üzere hapishanenin kilisesine getirilirler. Peder, günah çıkarmalarını ister. Günah çıkarmayanlara mektup yazma hakkı verilmeyeceğini söyler. Victoria günah çıkarmak için kulübeye ağlayarak girer. Peder sorar: “günahlarını anlat”. Yaşı çok küçük olan Victoria ağlayarak ve titreyerek “Merhametli Meryem Ana...” diye başlar ancak aklına itiraf edebileceği bir günah gelmez. “Devam et kızım” diyen pedere cevap verir: “Günah çıkaracak bir şey yapmadım ki peder. Yanlış hiçbir şey yapmadım.” Virtudes'in babasına yazdığı mektubun ilk satırları şöyledir: “Beni suçlu olduğum için değil sadece ölmeye değer bir fikre sahip olduğum için öldürecekler…”

2 yorum:

  1. "Çünkü bu sınıf mücadelesi, gasp edilen haklara, özgürlüklere, adaletsizliğe karşı değil, 'üstünlüğün ve statükonun' devamı için veriliyor. Bu çabalar, hem ahlaki, hem de rasyonel bir noktaya denk gelmiyor. Bu nedenle halkın ekseriyetinde bir karşılık bulamıyor. İşte bu açığın doldurulması için de, Erdoğan'ın 'diktatör', Türkiye rejiminin de 'faşizm' olduğu algısı yaratılmaya çalışıldı.

    Bu çabanın kimseye faydası yok. Olması da mümkün değil. Demokrat tutum ve eşitlik hazmedilmedikçe, bu kesimin etkili bir siyasi temsilci çıkarması mümkün olmayacak."

    MARKAR ESEYAN' nın aşağıda linkte belirtilen köşesinden alıntıdır. Tamamını okumanızı tavsiye ederim durumunuzu görebilmeniz açısından zira insanın kendisini görmesi zordur, epeyce bir zaman sonra farkeder genellikle iş işten geçtikten sonra ...

    saygılarımla,
    VATANDAŞ

    http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MarkarEsayan/sozu-temiz-tutmak/39232

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Adsız ama aynı zamanda VATANDAŞ (anonim olmak durumu klavye başında sonsuz bir özgüven kaynağı çünkü),

      Yorum yaptığınız yazının yazarı Elev Theron salık verdiğiniz üzere linkini paylaştığınız yazının tamamını okudu mu bilemiyorum. Ancak ben okudum ve alıntıladığınız paragraftan çok benim birleştirme isteğimden kaynaklanan bir tutumla bitiştirilen ve aslında iki paragraf olan yazı içindeki şu ardışık ifadelerde takıldım:

      "Sorun ne... Erdoğan ne de AK Parti'dir. Sorun, demokratik sistemin korunması ve işler halde tutulmasıdır. Toplam fayda, bu sistem içinde mücadele etmekten geçer. Akıllı ve namuslu bir muhalif tavır da bu pozisyonu benimser."

      Kendinize VATANDAŞ dediğinize göre darbe ile ihtilalin Devrim ile arasındaki farkları (ayrımları demek abesle iştigal olurdu) biliyor olduğunuz bir konumdan yorduğunuzu varsayıyorum. Siz saymıyorsanız kendi ideolojik angajmanlarınıza bir göz gezdirin, Eseyan'ı da boşverin. Yoksa size YURTTAŞ denilmesini tercih etmediğiniz aşikâr.

      Gelelim insanın "kendini görebilmesi zordur" ile başlayan ifadenizin dayanağına. Eseyan'ın her post modern liberal aydınımsıda görülebilecek çelişik ideolojik ve kavramsal çıkarımlarına hangi düzlemde yaslandığınızı anlayamadım. "Sınıf mücadelesi" siyaset sosyolojisinde Marksist bir kavramdır ve bu ülkede Marksist bir siyasa herhangi bir zaman aralığında iktidar olmuş değildir. Buna göre bir üstünlük ve dahi "status quo" oluşmuş olması tarihsel açıdan olanaksızdır. Yani kendisi bir güç olamamış ve üstünlüğü bulunmamış bir siyasi tavrın devamında olmayan bu gücü sürdürmesi arzusu nasıl olabilsin? Olmayan bir durumu varmış ve sürdürülme çabasındaymış gibi varsaymak herhalde hafif tabir ile abesle iştigal etmek olsa gerek.

      Gelelim Eseyan'ın asıl yapmak istediğine. Yine alıntıladığınız yerden hareketle Eseyan burada ve bu süreçte yaşanan gerçekliği, algılanmasını istediği gerçekliğe dönüştürmek üzere (tıpkı iktidarın CEHAPE zihniyyyyeeti dediği gibi) statükonun yalın temsilcisi olan "M.Kemal'in askerleri!"ne taşımak arzusundadır. Yaşanan durumun ne ulusalcı ne de Mustafa Kemal'ci bir durum olmadığını anlamanız gerekiyor. Yani duruma hem sınıf mücadelesi kavramıyla yaklaşıp hem de bu durum mücadelesinin dayanağını "üstünlük ve statüko" argümanları ile üstelik Kemalist bir anlayışla sürdürmek Türkiye tarihine şöyle bir bakarsanız olsa olsa oksimorondan öteye geçmez ve amacının dezenformasyon olduğu kendini ele verir. Bu bir sınıf mücadelesidir evet, ancak bu sınıf henüz zaten kendini var edebilmiş olmadığından sürdüreceği bir durum henüz söz konusu değildir, korkmayın. Bu mücadeleyi algıladığınız dünyaya indirgeyemeyeceksiniz, bundan da korkmayın…

      Sözü sizin sözünüzle bitirelim: "...insanın kendisini görmesi zordur, epeyce bir zaman sonra fark eder, genellikle iş işten geçtikten sonra ..."

      DÜNYALI.

      Sil