Kişisel olarak siyah beyaz renklere olan aşkımı bilen bilir.
Bu aşkla her ne kadar övünsem de gereksiz fanatizme gerek yok. Daha birkaç gün
önce evde hanım sordu, “Baban Fenerbahçeli olsa Fenerbahçeli mi olurdun?” diye,
“Herhalde” dedim. 3-4 yaşlarında bir çocuğun bu konuda kendi tercihini ortaya
koyması zor. Şimdi “İyi ki Beşiktaşlı olmuşum” cümlesini her ortamda dile
getirsem de temeli aslında “İyi ki babam Beşiktaşlı olmuş”a dayanıyor, kabul.
Bugün konumuz Beşiktaş değil, Altay. Sadece renktaşlıktan
değil, Beşiktaş’la benzer duruşu, benzer
mütevazılığı, hatta belki benzer
ezilmişlikleri, hor görülmüşlükleri nedeniyle hani ikinci takımımız demesek de
(ikinci takım lafına katılmam pek) gönlümüzde ayrı bir yeri olan Altay. İzmir’in
yüz yıllık çınarı Altay.
İstanbul’a kar yağmadan ülkeye kışın gelmediği bu coğrafyada,
her konuda olduğu gibi futbolda da gündem İstanbul dışına çıkmıyor. İstanbul’dan
kastımız da aslında önce Fenerbahçe ve Galatasaray, ardından da Beşiktaş’tan
ibaret. Oysa ülkenin dört bir yanında bildiğimiz, bilmediğimiz, belki de bilip
de bilmezden geldiğimiz, gözümüzü, kulağımızı kapadığımız ne hikâyeler var. O
hikâyelerden biri de tabii ki Altay’a ait.
Altay bu sene 100 yaşına girdi. 100 yıl. Yazarken, söylerken
bile tüyleri diken diken ediyor ama biraz sporun içindekiler hariç kimse
haberdar olmadı bu doğum gününden çünkü Altay bir İstanbul takımı değil. Üstelik
kendi şehrinde bile Karşıyaka ve Göztepe’den sonra anılıyor İzmir’in “Büyük
Altay”ı.
Altay’ın 100. yılı nedeniyle bir kitap hazırlandı bu sene.
Hazırlanma sürecinde, kendisine çektirilen zorluklar nedeniyle yazarının kafasındaki
saçları siyahtan Altay renklerine döndüren bir kitap. Kitabın hazırlanma
sürecinde kendisine destek yerine köstek olanlardan ettiği yakarışları sosyal
medyada az çok dile getiren Orhan Berent üstâdımız, kitabın girişinde de benzer
üzüntülerini dile getirince yaşananları az çok merak etmedim değil ama o işin
magazinel boyutu. Hiç eveleyip gevelemeden giriş gelişmeyi geçerek sonuçta
söyleyeceğimi baştan söylemek istiyorum: Muhteşem bir kitap olmuş. Sadece Altay
için değil, Türkiye sporu için çok önemli bir kaynak var artık elimizde: “Alsancak’ın
Sakini Altay”.
Türkiye ve İzmir tarihiyle birlikte irdelenen kitabı okurken
sadece Altay’a değil, yakın dönem Türkiye tarihine de bakış atıyorsunuz ki böyle
bir çalışmada olması gereken de buydu sanırım. Siyasetle, ekonomiyle,
sosyolojiyle iç içe geçmiş sporun bunlardan bağımsız irdelenmesi de doğru
olmazdı diye düşünüyorum.
Sadece Altaylı futbolcu ve yöneticilerle değil, İzmir’in
diğer kulüplerinin önemli isimleriyle de görüşmüş Berent. Çok da iyi yapmış. Aynı
hikâyenin farklı ağızlarda nasıl hayat bulduğunu önümüze seriyor bu sayede. Kararı
da bize bırakıyor, hangisine inanmak isterseniz. Başlarda maç sonuçlarıyla çok
fazla boğulmuş hissettim kendimi, bu kadar detaya ne gerek vardı dedim ama
sonrasında düşününce evet bu Altay’ın tarihi, her şey olmalı diye düşünüyor
insan. 50 yıl önce oynanan bir Altay – Altınordu maçında golleri kimin
attığının ne önemi var? Evet çok önemi var. Farklı kaynaklarda yalan yanlış
geçen bilgiler ilk kez eli yüzü düzgün, derli toplu bir kaynakla karşımıza sunuluyor,
daha ne olsun?
Kişisel bir iki sıkıntımı dile getirmek isterim yine de. En
çok trafik kazasının eve yaklaştıkça yapıldığı gerçeği gibi kitabın sonlarına
doğru artan yazım hataları bu konuyu dert edinen biri olarak canımı sıkmadı
değil. Düzeltmenler, hangi kitap olursa olsun üzerinde çalıştıkları kitap bir
an önce bitsin istediğinden, kitapların sonlarına doğru sıkılır. Böyle zamanlarda
yayınevinden çok büyük bir baskı yemiyorsa belki bir süre ara vermek, kafayı
toplamak daha iyi oluyor. Bir diğer konu kitabın arka kapağını süsleyen ve
içerde de kullanılan bir fotoğrafla ilgili. Kazanan rakibini maç sonu omzunda
taşıyan futbolculara sahip bir kulüpten bahseden kitabın arkasında kullanılan
fotoğraf Altaylı ve diğer İzmirli kulüplerin ortak bir eyleminde çekilmiş.
Herkes kendi rengiyle meydanda. Fotoğrafa dikkatli bakıldığında açılan
atkılardan birinde “Altay adamı g.tünden s.ker” yazdığını fark ediyorsunuz.
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Şu an yazarken bile sinirden gülüyorum.
Bu söyleme dair bu sayfalarda çok yazdık ettik, oraya hiç girmiyorum, Türkiye
gerçeği diyip geçerim ama konu Altay olunca daha fazla abes kaçıyor. Bütün
kitap, bir spor kulübünün mülayimliği üzerine kurulmuşken, kitabın adında bile
sakin sözcüğü geçiyorken…
Sonuç cümlemi yukarılarda dile getirmiştim zaten. Altay’la
ya da İzmir’le hiçbir ilgisi olmayan düz bir sporsever olarak bu kitabın
elimden düşmemesini sağlayan yazarı Orhan Berent’e teşekkürlerimi sunarak
bitirmek isterim. Yok saydığımız, görmezden geldiğimiz, Türkiye spor tarihinin
en önemli kulüplerinden birini görmemizi sağladığı için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder