12 Aralık 2014 Cuma

Alsancak'ın sakini, İzmir'in Beşiktaş'ı

Kişisel olarak siyah beyaz renklere olan aşkımı bilen bilir. Bu aşkla her ne kadar övünsem de gereksiz fanatizme gerek yok. Daha birkaç gün önce evde hanım sordu, “Baban Fenerbahçeli olsa Fenerbahçeli mi olurdun?” diye, “Herhalde” dedim. 3-4 yaşlarında bir çocuğun bu konuda kendi tercihini ortaya koyması zor. Şimdi “İyi ki Beşiktaşlı olmuşum” cümlesini her ortamda dile getirsem de temeli aslında “İyi ki babam Beşiktaşlı olmuş”a dayanıyor, kabul.

Bugün konumuz Beşiktaş değil, Altay. Sadece renktaşlıktan değil, Beşiktaş’la benzer duruşu, benzer
mütevazılığı, hatta belki benzer ezilmişlikleri, hor görülmüşlükleri nedeniyle hani ikinci takımımız demesek de (ikinci takım lafına katılmam pek) gönlümüzde ayrı bir yeri olan Altay. İzmir’in yüz yıllık çınarı Altay.

İstanbul’a kar yağmadan ülkeye kışın gelmediği bu coğrafyada, her konuda olduğu gibi futbolda da gündem İstanbul dışına çıkmıyor. İstanbul’dan kastımız da aslında önce Fenerbahçe ve Galatasaray, ardından da Beşiktaş’tan ibaret. Oysa ülkenin dört bir yanında bildiğimiz, bilmediğimiz, belki de bilip de bilmezden geldiğimiz, gözümüzü, kulağımızı kapadığımız ne hikâyeler var. O hikâyelerden biri de tabii ki Altay’a ait.

Altay bu sene 100 yaşına girdi. 100 yıl. Yazarken, söylerken bile tüyleri diken diken ediyor ama biraz sporun içindekiler hariç kimse haberdar olmadı bu doğum gününden çünkü Altay bir İstanbul takımı değil. Üstelik kendi şehrinde bile Karşıyaka ve Göztepe’den sonra anılıyor İzmir’in “Büyük Altay”ı.

Altay’ın 100. yılı nedeniyle bir kitap hazırlandı bu sene. Hazırlanma sürecinde, kendisine çektirilen zorluklar nedeniyle yazarının kafasındaki saçları siyahtan Altay renklerine döndüren bir kitap. Kitabın hazırlanma sürecinde kendisine destek yerine köstek olanlardan ettiği yakarışları sosyal medyada az çok dile getiren Orhan Berent üstâdımız, kitabın girişinde de benzer üzüntülerini dile getirince yaşananları az çok merak etmedim değil ama o işin magazinel boyutu. Hiç eveleyip gevelemeden giriş gelişmeyi geçerek sonuçta söyleyeceğimi baştan söylemek istiyorum: Muhteşem bir kitap olmuş. Sadece Altay için değil, Türkiye sporu için çok önemli bir kaynak var artık elimizde: “Alsancak’ın Sakini Altay”.

Türkiye ve İzmir tarihiyle birlikte irdelenen kitabı okurken sadece Altay’a değil, yakın dönem Türkiye tarihine de bakış atıyorsunuz ki böyle bir çalışmada olması gereken de buydu sanırım. Siyasetle, ekonomiyle, sosyolojiyle iç içe geçmiş sporun bunlardan bağımsız irdelenmesi de doğru olmazdı diye düşünüyorum.
Sadece Altaylı futbolcu ve yöneticilerle değil, İzmir’in diğer kulüplerinin önemli isimleriyle de görüşmüş Berent. Çok da iyi yapmış. Aynı hikâyenin farklı ağızlarda nasıl hayat bulduğunu önümüze seriyor bu sayede. Kararı da bize bırakıyor, hangisine inanmak isterseniz. Başlarda maç sonuçlarıyla çok fazla boğulmuş hissettim kendimi, bu kadar detaya ne gerek vardı dedim ama sonrasında düşününce evet bu Altay’ın tarihi, her şey olmalı diye düşünüyor insan. 50 yıl önce oynanan bir Altay – Altınordu maçında golleri kimin attığının ne önemi var? Evet çok önemi var. Farklı kaynaklarda yalan yanlış geçen bilgiler ilk kez eli yüzü düzgün, derli toplu bir kaynakla karşımıza sunuluyor, daha ne olsun?

Kişisel bir iki sıkıntımı dile getirmek isterim yine de. En çok trafik kazasının eve yaklaştıkça yapıldığı gerçeği gibi kitabın sonlarına doğru artan yazım hataları bu konuyu dert edinen biri olarak canımı sıkmadı değil. Düzeltmenler, hangi kitap olursa olsun üzerinde çalıştıkları kitap bir an önce bitsin istediğinden, kitapların sonlarına doğru sıkılır. Böyle zamanlarda yayınevinden çok büyük bir baskı yemiyorsa belki bir süre ara vermek, kafayı toplamak daha iyi oluyor. Bir diğer konu kitabın arka kapağını süsleyen ve içerde de kullanılan bir fotoğrafla ilgili. Kazanan rakibini maç sonu omzunda taşıyan futbolculara sahip bir kulüpten bahseden kitabın arkasında kullanılan fotoğraf Altaylı ve diğer İzmirli kulüplerin ortak bir eyleminde çekilmiş. Herkes kendi rengiyle meydanda. Fotoğrafa dikkatli bakıldığında açılan atkılardan birinde “Altay adamı g.tünden s.ker” yazdığını fark ediyorsunuz. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Şu an yazarken bile sinirden gülüyorum. Bu söyleme dair bu sayfalarda çok yazdık ettik, oraya hiç girmiyorum, Türkiye gerçeği diyip geçerim ama konu Altay olunca daha fazla abes kaçıyor. Bütün kitap, bir spor kulübünün mülayimliği üzerine kurulmuşken, kitabın adında bile sakin sözcüğü geçiyorken…  

Sonuç cümlemi yukarılarda dile getirmiştim zaten. Altay’la ya da İzmir’le hiçbir ilgisi olmayan düz bir sporsever olarak bu kitabın elimden düşmemesini sağlayan yazarı Orhan Berent’e teşekkürlerimi sunarak bitirmek isterim. Yok saydığımız, görmezden geldiğimiz, Türkiye spor tarihinin en önemli kulüplerinden birini görmemizi sağladığı için.

Nice 100’lere Büyük Altay!         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder