20 Kasım 2008 Perşembe

Gani'den yine 'müjde' yok


Mustafa’nın ardından -en azından reklam için bile olsa- çok tartışılacak bir film girecek bu hafta sonu gösterime: Osmanlı Cumhuriyeti.
Gani Müjde’ye olan önyargımın (önceki örnekler ortada) etkisi var mı bilmiyorum ama sevmedim ben. Ne kadar ‘tam bağımsız’ bir ülke hayaliyle yanıp tutuşsam da sevmedim, zorla mı?
İlk kez bir film ile ilgili düşüncelerimi, filme dair hiçbir yorumu okumadan yazacağım. Kopuk kopuk olacak biliyorum ama sonradan unuturum, şimdiden kaleme alalım.
Yıl 1888, Selanik. Film, tarlada karga kovalayan bir çocuğun (Mustafa’nın ta kendisi) görüntüleriyle başlıyor. Ağaçtan düşüyor Mustafa ve ölüyor.
Oradan günümüze geliyoruz. 2008, İstanbul. Kurtuluş Savaşı yaşamamış bir ülkenin başkenti. Cumhuriyet kurulmuş ama sembolik de olsa hilafet sürüyor. Tahtta 7. Osman (Ata Demirer). Ülke Amerakan mandası altında. Her yerde Amerikalılar. Erinden komutanına kadar herkes Osmanlı’da. Türkçe öğrenmiş bir Amerikalının konuştuğu kadar konuşuyorlar Türkçeyi, aksan olmamış, çok abartı. Amatör bir tiyatro grubunun oyunundayım izlenimi verdi bana.
Kimse iplemiyor padişahı. O bize anlatılan astığı astık padişahlardan eser yok ortada. Zabitler makam arabasını çekiyorlar örneğin ya da yolda trafik polisi çevirip ‘sakal’ isteyebiliyor. Hadi absürt komedi diyelim geçelim, gülmüyoruz o ayrı.
Filmde günümüze ciddi göndermeler var. Bağımsızlık ruhumuza hitap ediyor ama bunu fazla milliyetçi bir söylemle yapıyor. Böylece her kesimden orta halli izleyiciyi mutlu edebiliyor film, edecek daha doğrusu. İki yerde Tayyip’e gönderme var ki biri klasik örtünme/kapanma mevzularına, diğeri de Mehmet Barlas’ın aldığı o ünlü ‘makas’a... Onun dışında Türkiye’den kimsenin canını acıtmıyor Gani Müjde.
Ciddi göndermeler var dedik ya, Osmanlı’nın hali gayet bir Türkiye profili aslında. Şu anki Türkiye’den tek farkı resmi kıyafetli Amerikalı askerlerin sokaklarda gezmesi. Yoksa şu an da Amerika mandası altında olmadığımızı kimse iddia etmesin.
Tabii iş Amerika ile bitmiyor. AB’ciler ciddi baskı yapıyor hükümetteki AB yanlılarına. AB’ye alsınlar diye tek bir imza ile Heybeliada Yunanistan’a verilmeye çalışılıyor örneğin. Tabii ki Heybeliada aslında Kıbrıs. İmzalar atılırken padişah toplantı salonunu basıp anlaşma kâğıtlarını yırtabiliyor “sen kimin adasını kimsen alıyorsun” edasıyla. Bu sahnede Kıbrıs’ı düşünüp çok çok alkışlayacağı kesin izleyicinin. Hele Türkiye’nin 74’ten beri Kıbrıs’ı işgal etmesinin bu kadar meşru bir zemine oturtulduğu bir ülkede...
‘AB Osmanlı Masası’ sorumluları da “bu agresifliğinizle AB’ye giremezsiniz” diyor. Padişah tam da içimizin yağlarını eriten bir yanıt veriyor “şimdi sana sağlı sollu bir girerim” diye... Ne de olsa absürt komedi. Var mı böyle delikanlı biri şu an?
Filmde direnişçiler de var tabii. Bağımsız Osmanlı diye slogan atan gruplar, Ankara kasabasında, evet kasabasında bir kahvede abuk subuk planlar yapan bağımsızlık yanlıları vs...
Ayrıntısına girmeyelim, bir de Vildan Atasever var. Mektep-i Nefise öğrencisi... Sonradan, saraya sızmaya çalışan bir direnişçi olduğunu öğrendiğimiz Vildan kızımız, film bu ya âşık oluyor padişaha. Tabii karşılıklı her şey. Bağımsızlığa o kadar bağlı ki kızımız, filmin sonunda (yine nedenine ve ayrıntısına girmiyorum) şehri terk edecek olan padişahın peşine takılabiliyor, bütün ideallerini bir anda bırakıp...
Padişah, yerine geçen minicik Arda Mehmet’e nasihat veriyor son sahnelere doğru. Unutma diyor, sen Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni’nin torunusun. Çok isterdim bir de Deli İbrahim demesini ama demiyor, diyemiyor belki de Gani Müjde.
Son iki anekdot. Vildan, padişahı teselli ederken padişah ne desin beğenirsiniz? “Bu adamlar ilk geldiğinde, biri çıkıp da ‘geldikleri gibi giderler’ dememiş ki...” Biri demiş de şimdi o yüzden bağımsız bir ülkeyiz mesajını alıyoruz hemen. Burada Gani Müjde’ye bir şiir armağan ediyorum. (*)
Son olarak aklıma Murat Yaykın’ın köşe yazılarından birinde bahsettiği bir anekdot geldi filmi izlerken. (**) Film orada benim için bitiyor.
Ve final... İzleyiciyi rahatlatan final geliyor. Ayıp olmasın, o kadarını da söylemeyeyim.
(*) ”Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
“Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
(**)Yıllar önce seyrettiğim, Dostlar Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu Bertolt Brecht’in Galilei Galileo oyununun birinci perdesi şöyle bitiyordu: Galilei engizisyon mahkemesi tarafından yakılmaktan yalnızca bir şekilde kurtulacaktır. O da dünyanın güneş etrafında döndüğünü inkâr ederek. Ve inandıklarını inkâr ederek yakılmaktan kurtulur. Yıllarca birlikte çalıştığı yamağı şu sözlerle Galilei’yi kınar:
“Kahramanları olmayan ülkelere yazıklar olsun.”
Perde kapanır. Seyircilerden bir alkış kıyamet. Ancak birinci perdenin bittiğini sanan seyirci yanılmıştır. Alkışlar devam ederken perde bir anda yeniden açılır. Seyirci alkışı sürdürürken Galilei (Genco Erkal) yüzünü yerden yavaşça kaldırır ve seyirci bir şeyler söyleyeceğini hissedip alkışı azaltır. Perde bu sefer gerçekten kapanmadan Galilei’nin son bir sözü vardır:
“Asıl kahramanlara ihtiyacı olan ülkelere yazıklar olsun.”
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder