30 Kasım 2008 Pazar

İkitelli’ye inat; sabah üçte Mecidiyeköy'de (BirGün yazıları 16)


‘İkitelli’den gelecek özel araca binmeden tuvalete bile gitmeyen ‘büyük kalem’lerin karşısında dimdik duran ve Zeytinburnu-Kabataş tramvay hattını kullanan tüm basın emekçilerine...


Yüce basınımızın sanatsal sayfalarında, İsmail YK ile Ebru Yaşar’ın yaptığı düet kadar kendine yer bulmasa da; artık yılan hikâyesine dönen ‘kültür’ ve ‘turizm’in iki ayrı bakanlık olması meselesi, yine ucundan da olsa konuşuldu geçen hafta. Ama yine “beni bir sen anladın, sen de yanlış anladın” misali yanlış yerden konuşuldu. Konunun en yetkili ağızları bile ‘sorun’un kökenine inmedi, üstelik mevzuya sadece siyasi açıdan bakmakla yetindi.
‘Güzel ve yalnız ülke’nin topraklarını gezdikçe çok daha iyi anlıyorum ki eğitim sistemiyle birlikte daha ilkokul sıralarında eğitim verenlerin kafası da değişmedikçe, kültürün ve turizmin iki ayrı bakanlık olması hiçbir işe yaramaz. Kaba bir hesapla, çalışmaya şimdiden başlanılsa en az 25 sene var önümüzde. Bu saatten sonra eskilerin kafalarını değiştirmeye harcayacağımız mesaiyi ‘en az üç çocuk’ yapmaya harcarsak, yetişecek yeni nesille mevcut kafa kendiliğinden tarihe karışır. Üstelik onların çocukları, yani torunlarımızla da iyice pekişir.
Pazartesi pazartesi niye böyle abuk subuk esip gürlüyorum? Artık bir modaya dönüşen festival çılgınlığının son halkası, ‘İpek Yolu Film Festivali’ için Bursa’daydım hafta sonu. Geçen yıl ikincisi yapılan festivalden eser yoktu bu sene. Paraya kıyılmış, hiçbir masraftan kaçınılmamış ve ciddi bir profesyonel kadroyla yola çıkılmış; tebrikler. Gelin görün ki birçok şehrin düzenlediği çeşitli festivallerle aynı kafa hâkim Bursa’da da. Varsa yoksa para gelsin, şehir büyüsün, ekonomi düzelsin, küçük İstanbul olunsun… Dikkatinizi çekerim, burası bir de Bursa, Hakkâri falan değil...
Söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Bir festival, ekonomik kalkınmadan önce kültürel kalkınmayı amaç olarak gütmediği sürece, o festivale konuk olarak mezarından Ayhan Işık’ı kaldırıp getirseniz, afedersiniz ama bir b.k olmaz o festivalden.
Bırakın da insanların, kendi vergileriyle düzenlenen festivallere katılabilmek için belediyede bir tanıdığı olmak zorunda kalmasın, şehrin gençlerine kendi filmlerini çekme olanakları sağlansın, elli tane ‘küçük dünyaları ben yarattım gazetecisi’ni ağırlamak yerine beş yüz elli tane sokak çocuğuna film seyrettirilsin, içlerinden elli tanesi sinemaya âşık olsun, aralarından da bir tanesi ünlü bir yönetmen olsun… İnanın bir şehir festivalle ancak böyle gelişir. Yoksa şehrin her şey dahil beş yıldızlı otellerinde gazeteci kaprisi çekmekle olmaz bu işler.
Saat şu an sabahın altısı. Haber Türk’te Kısa Devre programının tekrarı var. Programın sunucularından Pelin Batu iki kelimeyi bir araya getirip de düzgün tek bir cümle kuramadığı için özür diledi izleyicilerden. Az önce Bursa’dan gelmiş, yorgunmuş; doğrudur. Batu’yla aynı saatlerde dönmüş olmalıyız Bursa’dan. Ben bir de üstüne üstlük İstanbul’a gelince gazetemiz taşındığı için yardıma gittim yeni mekânımıza. Eve geldiğimde sabah üçe geliyordu saat. Pelin Batu gibi kısa devre yaptım sanırım. Yorgunum ve cümleleri toparlayamadığımın farkındayım. Batu’nun bahanesine bir de taşınma gerekçesi ekleyerek özür diliyorum ben de herkesten.
Peki haftada bir elime geçen yazı fırsatını böyle ‘harcamaya’ değer miydi? Evet, bence değerdi.
İlker Abi’nin çekmece temizlediği, Begüm’ün monitör taşıdığı, her yükün altına giren Oktay’ın bacaklarının tutmaz hale geldiği, bu gazete elinize ulaşsın diye sabahın şu saatinde hâlâ birilerinin deli gibi çalıştığı ve şu an adlarını sayamadığım nice uykusuz, yorgun arkadaşla aynı gazetede olduğum için bir kez daha kendimi şanslı hissettim ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder