3 Kasım 2008 Pazartesi

Sakallıyız enteliz tiyatroyu severiz (BirGün yazıları 12)



Şehir Tiyatroları’nın sahnelediği Kırmızı Pazartesi’nin galası için Kadıköy’deydik. Kadıköy’deydik diyorum çünkü BirGün’ün yazar çizer tayfasından çalışanlarına kadar yirmiye yakın ‘entel dantel’ isim vardı. Kadıköy’deydik diyorum çünkü cemaatimin birçok yazar, çizer, düşünür, gazeteci yani entel dantelleri de oradaydı. Entel dantel diye ben demiyorum ama bu sefer. Oyun saatini bekleyen kalabalığı gören sokaktan geçenlerden duydum bol bol bu lafı: Ne toplanmış lan bu enteller yine?
Ciddi ciddi tahrik vardı bu cümlede. Bir kere, toplanılan yer nedeniyle neden entel dediğinin bilincindeydi bu arkadaşlar. Orada bir tiyatro olduğunun farkındalar yani. Ama yine de ne toplanmış demekten de kendilerini alamıyorlar. Üstelik herkesin duyacağı şekilde…
Her zamanki gibi tahrike sadece ben kapıldım ve “otobüs bekliyoruz” diye karşılık verdim. Ortamın gerginleşeceğini anlayınca, kalabalığın içindeki tek ‘İslami entel’ olan Abdurrahman Dilipak girdi araya, “sen onlara uyma çocuğum” diye. Dedeminki gibi yumuşacık olan sakallarını öpesim geldi bir an, hemen kendimi toparlayıp teşekkür ettim.
Bu kez de gerginliği fark eden bir başka sakallı geldi yanıma. Şehir Tiyatroları’nın genel yayın yönetmeni olan Orhan Alkaya. Ne oldu Ara? dedi. Cevap vermedim. Yeni görevine geldiğinden beri BirGün’deki köşe yazılarını kestiği için trip attığımın farkında tabii. Anladım ki arayı yumuşatmak istiyor. Dilipak “tamam Orhancığım, biz hallettik” dedi ama Alkaya ayrılmadı yanımdan. “Tamam kızgın olmakta haklısın ama sen de çok uzatıyorsun” diye girdi konuya durup dururken. “Nasıl uzatmayayım Orhan Abi” dedim, “Sabah’a verdiğin röportaj sırasında BirGün’e yazamaya devam mı? dediklerinde ‘tabii kii’ diyen sen değil miydin?” Bir şey demedi ilk önce, sonra “oğlum yoğunluğumu görüyorsun, gel bir çayımı iç oturup konuşalım” demekle yetindi. “yoğunsundur, rahatsız etmeyeyim” dedim imalı imalı. Meraklı gözlerin üzerimizde toplandığını görünce konuyu değiştirmek istedi. Gel dedi, seni oyunun yönetmeni Macit Koper’le tanıştırayım. Tanışıyoruz biz Heybeliada’dan dedim. Macit Koper Heybeli’de yazlığa gelirdi eskiden. Evlerimiz yan yanaydı. İyi, dedi ne halin varsa gör. Ortamın diğer iki sakallı dedesi olan BirGün’den Hüseyin Güçlü ile Feza Kürkçüoğlu’na seslendi “alın şunu başımdan, hasta etti adamı” diye ve Macit Koper’in yanına gitti usulca...
Hüseyin Abi’ye yürü gidelim Çatı Bar’a, iki tek atalım dedim ama kandıramadım. İlk anons yapıldı bu sırada. Girdik paşa paşa salona.
İyi ki de girmişim. Son yıllarda seyrettiğim en iyi oyunlardan biriydi. Zor bir Marquez kitabı olan Kırmızı Pazartesi ancak bu kadar iyi uyarlanabilirdi sahneye. Ve aylar önceki bir festivalde Hrant Dink’e ithafen oynanan bu eser ancak bu kadar örtüşürdü 19 Ocak 2007 ile. İşleneceğinden herkesin haberdar olduğu ama kimsenin engellemek için bir şey yapmadığı bir cinayetten bahseder yıllar önce yazılmış olan Kırmızı Pazartesi. Gerisini siz düşünün ve sinirlerinize hâkim olabilirseniz bu oyunu kaçırmayın derim. Dışarı çıkınca Haldun Taner’in önünde gezinen güvercinlere de 50 metre ilerde GBT için önüne geleni çeviren polise de başka gözle bakacaksınız.
Oyundan sonra eve gittiğimde televizyonu açtım ve ‘Ülke TV’ diye ilk kez gördüğüm bir kanala rastladım. Asıl ilgimi çekense kanalda yayımlanan program ve konuğu oldu. ‘Vatan Millet Sakarya’ adlı programın konuğu Beşiktaş’ın amigosu ‘Alen Markaryan’dı. Yıllar önce verdiği bir röportajda taraftar profili hakkında sorulan bir soru üzerine “övünmek gibi olmasın ama en az sosyal demokratız” diyen Alen’den eser yoktu. Uzun süredir benzer demeçler veriyor gerçi Alen, artık nedense(?) Çekirdeği 2-3 bin kişiden oluşan ‘Çarşı’ grubunda her telden insanın olduğunu ve herhangi bir parti, örgüt ya da oluşuma bağlı olmadıklarını tekrarlıyor sürekli. Oysa kimse ona ‘kimlerden’ olduğunu sormuyor; zamanında dediği gibi, tam da anlayacağı dilden söylersek, ‘delikanlı gibi’ çıkıp da “alayına isyan, solcuyuz ulan” demesini de beklemiyor artık. Tabii ki Livorno ya da St. Pauli gibi gibi takımlarda olan bilinçli bir örgütlenmeden bahsedemeyiz ama sanki Alen’in açıklamalarına inat, her maçın 80. dakikasında yumrukları kaldırıp da “gün doğdu hep uyandık stadlara dayandık” diye bağırmaya başlaması ‘Çarşı’nın, epey ironik oluyor.
Hazır ironi demişken; Harbiye’deki bir Grup Yorum konserinde, elinde Beşiktaş formasıyla biri atlamıştı sahneye yıllar önce. Yorum’dan Özcan da sahneye çıkanı “Çarşı’dan sevdiğimiz bir arkadaş” diye tanıtmış ve formayı alarak sandalyesine asmıştı, tam da Alen’in soldan esip gürlediği zamanlarda. Bu konserden birkaç sene sonra da ‘Tüpçü’, Devlet Bahçeli’ye bir forma hediye etmişti Ankara’da, işe bakın!
Bunların kültür sanatla ne ilgisi mi var? Aynı ‘aile’den bu kadar karşıt iki ‘kültür’ün bienallik bir ‘sanat’sal performansla bir araya gelmesini Halil Altındere işi sandım da o yüzden yazdım. Lan yoksa değil miydi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder