En güzel söz henüz söylenmemiş, ben de diyecek değilim, kendimi yinelemeyeyim. Hani sözün bittiği yer derler ya, yazmak da ondan. Yeniden “okuma”ya girmek gerek. Metni değil, insanı, önce kendini, etrafını biraz da, müziği, edebiyatı, yemeği, yemeyi, doğayı... İlgileri çoğaltarak, mevcutları derinleştirerek. Zaten kazarak kuruyoruz ya hayatı, yıkıyoruz da olabilir. Herakleitos böyle diyor.
Sesinden bahsettim az önce, köy evindeki serin sabahta kulağa çalınan. Dün mü demiştim, de ne önemi var zaten, az önceymiş işte, şimdi en çok bu gözümün önüne gelen. Yaşanmışlığı çok, üstelik farklı yerlerdi. Masumiyet mi, nostalji duygusu mu, sorunların farkında olunmadığı, sorumlukların bilincine henüz varılmadığı sabahlar mı sebep. Az mıydı hepsi yoksa hiç mi yoklardı. Her neyse işte.
Narindir, sesi de ferah. Kendinde olmayana özlem, var edilmeye çalışılandaki eksik kalmışlığa. Yola düşmek, hesapsız bir kaçış, keçi peyniri. Geride kalan keşmekeş, uzak değil tekrarı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder