Konuşmak üzerine düşünülür mü hiç? Konuşurken dinleyenin (kendin de olabilir) konuya dahil, müdahil olmasını bir kenara bırakmak örneğin olanaklı mıdır? “konuşma”, “konmak” fiilini kök alıyor olsa gerek. Konmaktan, üzerine düşünülmüş (konulmuş) olana “konu”, konu’dan, bunun bir diğeriyle (ya da kendinle) paylaşılmasına “konuşmak” şeklinde ifade edilen türemiş ve işteş bir eylemden söz ediyoruz.
Bu bir yanılgıysa eğer, düşüncelerimin yanılgısı da buradan doğdu. Çünkü konuştuğum her sefer, bir muhatabı da oldu. Ben ya da karşımdaki. Duyduğuma ya da duyacağıma (veya artık belki de burada söyleyeceğime, düşüneceğime) kayıtsız kalamadım. “düşünme”nin de “düş” kökünden geldiğini düşündüm. Düş... Arzu edilmiş, istenmiş ya da tam tersinde korkulmuş ve kaçınılmış olan. Düş, romantik bir arzu ya da içine düşülen kabus. Genelde düşeriz (düşmek de mi kökünü “düş”ten alıyor acaba?).
Buradan çıkarımda bulunup, bu dünyanın düşülen ve aşağı(lık) bir dünya olduğuna varmayalım hemen (ama Platon’a da kulaklarımızı kapamayalım). Bunların tümü hatalı olabilir diye düşünüp, yanlışlanabilir diye kartezyen bir pozitivizm varsaymayalım.
Yani, konuşurken konduğun, var saydığın (varsayım değil) değilmiş. Var olanı (varoluşu değil), algılanmış olmaya terketmekten kaçınmak, bunun artık ortaçağlarda kalmış olduğunu bilmek gerek. Niyet denen olguyu, bilinen ile gerçek arasında hiç bir zaman kapanmayacak olduğu kadar, ontolojinin lehine artmakta olan yarığı artık görmek zamanı. Bildiğimiz kadar ve bildiğimiz oranda uzaklaşacağız gerçeğe. Olağanüstü bir şeyden söz ediyor değiliz. Üstad’ın “bildiğim şey, ne kadar daha bilmediğimdir” ifadesidir anlattığımız. Bildikçe artmıyor, azalıyor gerçekliğe olan mesafemiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder