1 Eylül 2010 Çarşamba

İki

Bu blog nasıl doğdu?
BirGün'de çalıştığım dönem, yazılarım ve haberlerim mütemadiyen sansürleniyordu. Üstelik sansürcü abilerin yaptığı haberlerde de mantık ve teknik hatalar gırlaydı. Üzülüyorduk tabii. O zamanlar BirGün'den benim gibi ümidini kesmemiş Elev Theron'la gazete üzerine dertleşirken Sava Sıpataktikis, "Oğlum açalım bir blog, ne karışan ne eden olur. İstediğini yaz işte" dedi. Elev Theron da adını koydu: Birgünsonra. İşte bu blog fikri, Kadıköy Hacı Bekir'in önünde böyle doğdu, 1 Eylül 2008'de.
Sonraları başka dertlerimizin peşinde bloga pek de vakit ayıramadık. Zaten BirGün'ün mevcut kafayla hiçbir zaman düzelmeyeceğine sonunda ben de inandım (Elev Theron ne düşünüyor hâlâ bilmiyorum). Bana göre ortada eleştirip düzeltecek bir gazete kalmayınca (blogun amacı biraz da buydu, heyecan işte) hiç olmazsa hayata dair şeyler karalarım dedim ama düzensiz iş / işsizlik hayatı insanı fena tembelleştiriyor. Düzenli köşe yazdığım dönemdeki disiplini oturtamadım hiçbir zaman. Elev ve Sava da yaşam telaşına uğrayamadı bu sokağa doğru düzgün. 2 senede girilen post sayısı yüz küsurlarda işte. Gazeteye yazdığım ve bloga eklediğim 20 köşe yazısını düşünce ayda iki posta denk geliyor ortalama. Bunu bir de üç kişiye bölün.
Düzenli yazmayınca ve kırk yılın başı içip içip sarhoş kafayla klavyeye sarılınca, Ümit Besen güftelerinden hallice arabesk postlar çıktı ortaya. Bir nevi ağlama duvarı. Ne olursa olsun yazmak güzel şey ama insan bir yerden sonra yazdıklarının okunmasını, paylaşmayı istiyor. Hatta benim ilk düşüncem bu. Beğenilmek kadar "böyle yazı mı olur lan" laflarını da duymak güzel. Ama şu an bile, birine sesleniyormuş gibi bir hal içinde cümleler kursam da biliyorum ki Elev ve Sava dışında okuyanımız yok denecek kadar az.
Düşündük ki bizimle aynı dertten mustarip, kendi yazıp kendi okuyan arkadaşlarla kadroyu genişletelim. Biraz kavga, biraz eğlence belki; beki daha fazlası ama mutlaka paylaşmak. Fikir, fotoğraf, video ne olursa... Biraz hareket gelsin, şenlensin ortalık. Paylaşmayınca olmuyor. "Kendi yazıp kendi okuyanlar birleşin!"
Şu an için davetimize icabet eden Maria Puder, Asim Tot, Mpoulout Shirubabr, Machu Picchu, Necip Karaosmanoğlu (nam-ı diğer Necip Abi), Meşru Zeminyan ve Apama Nizar'a hoş geldin derken uçakları rötar yapan diğer arkadaşları da dört gözle beklediğimizi belirtmeden edemem.
Fikir babası Sava ve isim babası Elev'e selamı eksik etmeden herkese mutlu yıllar efendim.

2 yorum:

  1. Üstadım, bendeniz de yukarıdaki fikirlerinize naçizane katılıyorum. Her gün düzenli olarak blog'u kontrol edenlerdenim ve fakat maalesefki ayda ortalama iki çok çok az. Her defasında, geldik, yoktunuz oluyor :) Bakınız önümüz sonbahar-kış, kültür-fizik hareketleri için uygun zamanlara giriyoruz. Sizlerden daha fazlasını bekliyoruz. Daha fazla derken, iki olan sayıyı dört yapmak değil elbet:)) Yani şöyle her gün bir yazı olsa, şahane olmaz mı? Bizler de naçizane takipçileriniz olarak dilimizin döndüğünce o mevzuları yorsak, bir iki bir şeyler yazsak altına... Çokluğa veya çoğunluğa ihtiyacı olmadığını bildiğim halde, kendimce sağa sola duyuracağım blog'u. İzleyiciler olarak bizler çoğalırsak, sizlere de bir manevi baskı yapabilir miyiz diye düşünüyorum :))

    Fikir babası Sava ve isim babası Elev'e selamı eksik etmeyelim biz de o zaman :))

    Selamlar, sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili kardeşim, siteyi takip ediyorum. Geçen yıl yazdığınız Beşiktaş'ın şampiyonluk kutlamalarını anlattığınız geceyi zevkle okumuştum. Keza mature ev sahibeniz ile olan bahsi de. (o kısımdaki tasvirler hepsinden güzeldi) Ayrıca yıllar sonra çizgi Metin'i (Metin Kurt) de görmek hoş bir sada bıraktı bendenizde. Aynen devam edin. İlgiyle takip ediyorum.

    hamiş: Oğuz Atay sormuş, "ben buradayım sevgili okuyucum ya sen neredesin." Biraz geç oldu ama buradayım kardeşim.

    hamiş2: ayrıca kara murat benim.

    YanıtlaSil