1 Ekim 2010 Cuma

ana, baba, çocuk ve abdullah bey

sayın cumhurbaşkanımız geçenlerde gazetelere röportaj vermiş, 12 eylülde gözaltına alınışını anlatmış...
genç bir teğmen gelmiş kapısına, abdullah bey büyük bir vakarla içeri davet etmiş teğmeni ve hayrinüsa hanıma "misafirimize kahve yap bende hazırlanayım" demiş... teğmen de pek kibarmış sağolsun...
1979 yılında izmir hatay da bir eve polis tarafından operasyon düzenlendi.
evde 20 li yasşlarında 3 erkek, bir kadın ve birde kadının 8-9 yaşlarındaki oğlu bulunmaktaydı.
sorgusuz sualsiz, uyarısız, teslim ol çağrısız yapılan operasyonda evdeki gençlerden kadın olan da dahil olmak üzere 2 kişi öldürüldü bir ağır iki kişi yaralandı.
daha sonra evdeki kadını öldürmek suçundan idamla yargılanıp suçsuzluğunu kanıtlayacak genç, ifadesinde yaralı olarak taşındığı odada, polis eve girince kadının bulunduğu yerden tek el silah sesi geldiğini söyleyecekti.
kendisi yaralı halde yatarken de polislerden biri karnına şarjör boşaltmıştı. sonderece inatçı olan genç ölmediği için polis minübüsünde kan kaybından ölmesi için baya bir dolaştırılmış ve bir hastanenin morguna bırakılmış, şans eseri oradan geçen ve hala hipokrat yeminine sağdık olan doktor tarafından farkedilip kurtarılmıştı.
aynı doktor gencin kopmak üzere olan sağ el başparmağın da dikmişti...
o parmağı dikmesi genç için çok önemliydi zira tüm primatları diğer canlılardan , insanları primatlardan, zanaatkarları da normal inanlardan ayıran şey o baş parmaktı.
son derece yetenekli olan genç yıllar sonra ameliyatlar ve ceza evi süreçlerinden kurtulup 26 yaşında hapisten hayata döndüğünde o parmak sayesinde kemik zinet kutularına minyaturler işleyerek ailesini gecindirecekti.
bahsi geçen gencin hamile eşi kocasının vurulduğu haberini alınca hastaneye koşmuş uzun suren ameliyattan sonra eşini bilinci açık olarak birkaç kelime konusabilmişti. genç daha sonra komaya girecek yıllar boyu süren ameliyatlar, hapishane ve yargılanma süreçlerinden sonra eşine kavuşabilecekti.
baskından bir sure sonra bir yandan hastanede polis gozetiminde eşini hayatta tutmaya calışan genç kadının bir oğlu olacaktı. çocuğa 12 eylül atmosferinde babasının neden evde olmadığını anlatmayacak, babasının " hastanede olduğunu ve söz dinleyip yemeklerini yer ve boyu kapıdaki o çentiğe ulaşacak kadar uzadığında tekrar eve döneceğini " söyleyeceklerdi...
genç kadın tek başına üniversiteyi bitirecek, iş bulacak, hapishane ve hastane ziyaretlerinde kucağında oğluyla eşiyle ilgilenecek, yakınlarının baskılarına, gardiyanların aşağılamalarına, parasızlığa, ve benzer sebeplerden hapiste olan erkek kardeşine de destek olarak cehennem gibi geçen 5,5 yıl yaşayacaktı.
oğlunun anaokulundan gelip "anne neden arkadaşlarım babamın öldüğünü söylüyor" gibi sorularını eşinin yavrusuna hapisaneden yolladığı çizgiroman şeklindeki mektupları gostererek cevap veriyordu.
çocuk zamanla büyüdü, boyu o kapıdaki çentiğe ulaştı ve baba geri döndü.
bir eli sürekli karnındaydı. aile ankaradan izmir karşıyaka ya baba memleketine döndü.
çocuğun zihninde çeşitli görüntüler kaldı.
bir düdükle birbirine ite kaka soğuk gri bir kapıya hucum eden mahkum yakınları, mahkemede elleri kelepçeli babasının tanıştırdığı ve tüfeğine dokunmasına izin veren asker abi, baban öldü diye dalga geçen arkadaşlar, kendine pansuman yapan, ve delikdeşik olan bağırsakları yüzünden yıllarca ekmek arası haşlanmış patates ve peynir ezmesiyle beslenen babası nın nefret ettiği bu yiyeceği kıskanması ve ona analık babalık yapan dedesi ve annanesi gibi...
aslında bu travmalardan ne kadar etkilendiğini yıllar sonra yaşadığı uyum sorunlarında görecekti.
ailesi onu korumak ve yasadıklarını yaşamaması için ellerinden geldiği kadar steril büyütmeye çalışmışlardı. ancak nekadar politik olarak onu steril tutmaya calışsalarda kendi dünya görüşlerinin yavrularında oluşmasını sağlayan ahlak ve hassasiyetleri ona da aktarmışlardı.
aynı hassasiyetlere sahip arkadaşları 70 lerde toplum tarafından destek ve takdir görürken, günümüzde insanların uzaylı muamelesi görmesine sebep oluyordu...
çocuk büyüdü ve azınlık olmayı öğrendi. tüm azınlıklar gibi, aleviler, ermeniler,yahudiler,rumlar, süryaniler ve eşcinseller gibi kendini ne şekilde gizleyeceğini, gülüp geçmesi gerektiğini, sessiz kalıp nabza göre şerbet vereceği yerleri öğrendi...
ancak artık riyakarlığa dayanamıyor.
abdullah beyin 12 eylülde "çektikleri" ni biz neler çektik havasıyla anlatmasına, hukumet partisinin imaj kampanyasını, anasının, babasının, dayısının, halasının cezaevleri ve cezaevleri önlerinde, işkence hanelerde, acılarıyla harcanan hayatlarıyla cilalamasına dayanamıyor.
bu kadarda riyakarlık olmaz be kardeşim, biraz insaf, anılarımıza dokunmayın acılarımızdan nemalanmayın !
hepinize bir parça samimiyet dolu günler dilerim
kardeşiniz necip

1 yorum:

  1. Güzel bir yazı olmuş. En dehşet verici olan şüphesiz o baskın anında güvenlik kuvvetlerinin öldürme amacıyla ateş etmesi, yaralı ölsün diye arabada dolaştırmaları. Bunlarla ilgili çok şey okuduk ve işittik. Eskiden bu nefretin sebebini anlayamazdım. Sonra şöyle bir teori geliştirdim kendi kafamda. (tabii yine bazı tarihi kaynakların yardımıyla) Tabii teori geliştirirken de bir yığın yeni soru oluştu.

    Her yeni devlet kurulurken şiddet içerir. (Bu anlamda Türkiye Sui Generis değil) Acaba biz bu şiddeti içselleştirip küçük yaştan itibaren çocuklarımıza ırkçı şiir ve şarkılarla aşılayıp devlet ideolojisiyle meşrulaştırdık mı? Bence sorun burada kaynaklanıyor.

    YanıtlaSil