7 Ekim 2010 Perşembe

Saklı Hayatlar


Çocuk için sıcak ve sıkıcı yaz günlerinden biriydi. Zuladaki Tommiks-Teksasları bitirmiş, vakit geçirecek bir şey arıyordu. Dışarı çıkıp sokakta oynamak için hava epey sıcaktı. Zaten bu sıcakta da sokaklar bomboştu. Mutfaktan annesinin sesini işitince sevindi. "Hazırlan ciciannelere gidiyoruz." Bu iyiydi, hem orada Mehmetle oyun oynar, hem de onun Tommikslerini okurdu. Onda çok vardı resimli roman. Yığın, yığın.

Üstünü değiştirdikten sonra annesinin yanına gitti. "Hadi gidelim anne." Anne şöyle bir baktı ve "acele etme, ninen de geliyor." dedi. Çocuk sabırsızca kapıyı açıp koşarak merdivenlerden aşağı indi. Dışarı çıktığında keskin güneş gözlerini kamaştırdı. Bir gölgeye çekilip anne ve babaannesini beklemeye başladı. 10 dakika sonra anne ve kayınvalidesi de aşağı indiler. Evde hiç başını örtmeyen yaşlı kadın her zaman olduğu gibi dışarı çıkarken siyah bir baş örtüsü takmıştı. Genç annenin başı açıktı. Yavaş yavaş yürüyüp sokak boyunca ilerlediler. Çocuk sabırsızca yanlarından gidiyordu.

- Anne, neden Lütfiye teyzelere cicianne diyoruz?

Kadın cevap vermedi. Kayınvalidesinin koluna girmiş dalgın dalgın yürüyordu.

- Ya anne cevap versene ya...
- Oğlum ablanla sen doğduğunuzda sizi ilk o gördü de ondan.
- Nasıl yani?
- Yanisi yok işte, çocuk doğarken onu ilk gören cicianne olur.
- Anne senin bir yığın akraban var, babamların neden yok?
- Babanın da var oğlum.
- Senin ki kadar yok ama, babamın sadece iki kuzeni var. Onlar da birbirleriyle konuşmuyor.
- Şşşşş sen karışma aklın ermez.

Mehmetlerin evinin olduğu sokağa gelmişlerdi. Burada sokağın iki yanında yüksek çam ağaçları vardı. 3 katlı bir evin bahçe kapısını ittirip içeri girdiler. Çok seviyordu bu evi. Bu ev kitap doluydu. Merdivenleri tırmandılar ve Mehmetlerin kapısının önüne geldiklerinde zili çalmayıp bir üst kata çıktılar. Çocuk hayal kırıklığıyla annesine seslendi.

- Hani Mehmetlere gidiyorduk, neden yukarı çıkıyoruz?
- Mehmetler evde yok biz babaannesine gidiyoruz.
- Sıkılırım ama ben, ne yapçam orada.
- Üfff dur be oğlum, iki dakika sus.

Kapıyı çaldılar. Bir süre sonra kapı açıldı ve Mehmet'in babaannesi göründü. "Kimler gelmiş kimler gelmiş, hoşgeldiniz" deyip onları içeri aldı. Burası ufak bir çatı katıydı. Çocuk daha önce hiç buraya gelmemişti. Lütfiye teyzenin elini öptükten sonra gidip kanepeye oturdu. Ne yapacaktı şimdi burada boş boş oturup. Onlar sohbet ederken çocuk etrafı inceliyordu. Birden Lütfiye teyze dönüp, "sen sıkılırsın şimdi, dur aşağıya inip sana kitap getireyim" dedi. Yaşlı kadın kapının yanından bir anahtar demeti alıp merdivenlerden bir alt kata indi. Çocuk sevinçliydi. Mehmet'in kitaplarını okuyacaktı doya doya.

Lütfiye teyze geri döndüğünde elinde birkaç cilt Tommiks-Teksas vardı. Çocuk sevinçle onları alıp büyük bir hevesle okumaya başladı. Arada çaylar içildi, kekler yendi. Bir süre sonra kitaplar bitti. Tekrar etrafı incelemeye başlayıp konuşulanlara kulak kabartmaya başladı. Lütfiye teyze neşeli bir sesle dünürlerinden bahsediyordu. Ninesi her zaman olduğu gibi fazla konuşmuyor, konuşunca da hastalıklarından ve bitmez tükenmez ağrılarından bahsediyordu. Bir ara canı sıkıldı çocuğun ve balkona çıktı.

Çatı katı olduğundan balkon evin tüm çevresini dolaşıyordu. Oyun olsun diye koşturarak balkonda tur atmaya başladı. Birkaç kumru vardı, onları korkutup kanat çırpmalarını izledi. Yorulunca şöyle bir durup çevresine baktı. Birden garip bir duygu geçti içinden. Bu çatı katına ilk kez geliyordu fakat sanki o çam ağaçlarının altındaki gölgeliği daha önce başka bir yerde görmüştü. Bir an düşündü sonra işin içinden çıkamadı. Balkon demirinin altında beton bir set vardı. Çam ağaçlarının dalları korkuluklara uzanmıştı ve öğleden sonrasının güneşi çam yapraklarının arasından bir görünüp bir kayboluyordu. Bu görüntüyü büyülenmişcesine seyretti ve içeri girdi. "Ben sanki burayı daha önce görmüştüm."

Ufak salona girince Lütfiye teyzeyi göremedi. Annesine sordu:

- Nereye gitti?
- İçeri namaz kılmaya.
- Hadi gidelim artık sıkıldım.
- Dur oğlum gideriz, acelen ne.
- Ya bana ne, bana ne.
- Sus diyorum misafirlikteyiz.

Ninesi dalgın dalgın şöyle bir baktı çocuğa. Birkaç dakika sonra ev sahibi tekrar göründü. Ninesi hafif alaycı bir şekilde annesine dönerek, "İstersen sen de namazını kıl" dedi. Kadın, "Evde kaza ederim acelesi yok, çaylarınızı tazeleyeyim ben" dedi. Boş bardakları tepsiye alıp mutfağa doğru yöneldi. Kapıdan girerken dirseğini pervaza çarptı. Ninesi duyulur duyulmaz bir sesle fısıldadı. "Çolpa." Lütfiye teyze, "Kızım canın acıdı mı" diye sordu. Genç kadın, "Yok yok önemli değil" dedi mutfaktan seslenip. Nine bu kez annesinin duymacağından emin yüksek bir sesle homurdandı, "sersem dacik". Lütfiye teyze sitemkar bir sesle yaşlı kadına dönüp, "yapma böyle ayıp, kızcağız sana bakıyor bir dediğini iki etmiyor, yapma Necmiye hanım, böyle bir gelini nereden bulacaksın, her nazını çekiyor" dedi. Çocuk konuşulanlara şöyle bir bakıp okuduğu bir kitabı tekrar eline alıp göz gezdirmeye başladı. Alışıktı ninesi ve annesinin arasındaki bu çekişmeye. Ninesi fazla oralı olmadı ahretliğinin söylediklerine. Dalgın dalgın önüne bakıyordu. Lütfiye hanım "Hayyyyganuşşşşşşşş" diye neşeli bir sesle haykırdığında irkilip yarım bir tebessümle yetindi. Lütfiye teyze her zaman cıvıl cıvıl ve neşeliydi.

Gitme vakti geldiğinde vedalaştılar ve aşağı indiler. Dönüş yolunda bu kez çocuk önden acele acele kendi evlerinin olduğu sokağa doğru koşturdu. Kapıda bir müddet onları bekledi. Annesi kapıyı anahtarla açtı içeri girdiler. Akşam yemeğine daha çok vardı, babası da kahveye uğramadan eve gelmezdi. Annesi mutfağa girmişti babaannesi de salonda gazetelere bakıyordu. Duvardaki saate baktı, altıya geliyordu. En iyisi televizyonu açmak. Salona gitti siyah-beyaz televizyonun düğmesine dokunup beklemeye başladı. Bir dakika sonra televizyondan bir hışırtı işitildi. Ekranda karlı bir görüntü vardı. Daha televizyon açılmamış diye düşündü. Bir iki düğmeye bastı, televizyondan gelen anlayamadığı bir dilden sesler salonu doldurdu. "Atina televizyonu çoktan açılmış, bizim ki neden akşamları başlıyor" diye düşündü çocuk. "Nine neyce konuşuyordu bunlar?" Ninesi gazetenin sayfalarından gözünü ayırmadan "elenika" dedi. Yapacak başka bir şey olmadığından bir süre televizyona baktı. Konuşulanları anlamadığı ve çizgi film de olmadığından kapatıp odasına yöneldi. Bir süre pencereden karşı evin çatılarına baktıktan sonra ninesinin dolabına yöneldi. Ara sıra burayı karıştırır albümdeki eski fotoğraflara bakardı.

Dolabın üstündeki raftan albümü aldı ve resimlere bakmaya başladı. Dede ve ninesinin gençlikleri, anne ve babasının nikah fotoğrafları, bebeklik resimleri, ablasının okula ilk başladığı gün çekilen önlüklü fotoğrafı. Sayfaları hızlı hızlı çevirirken birden durdu. İşte işte, Lütfiye teyzenin balkonu. Geniş balkon, alttaki beton set ve çam ağaçlarından tanımıştı. Fotoğrafta tek başına duran kadın da babaannesinin gençliği olmalıydı. Hayır, fotoğrafa dikkatle bakınca bu esmer kadının ninesi olmadığını anladı. Kim ki, Lütfiye teyze de değil. Yerinden çıkarıp arkasındaki yazıya bir göz gezdirdi. Annik Ç......., Kumkapı İstanbul. Mutfağa annesinin yanına gitti, fotoğrafı ona uzatıp sordu. "Anne, bu teyzeyi tanıyor musun?" Annesi uzatılan resme şöyle bir baktı.

- Nereden buldun bunu?
- Hiççç, ninemin dolabından.
- Çabuk onu yerine koy, geçenlerde baban kızmıştı sana etrafı karıştırdığın için.
- Üfff peki be anne.
- Kurcalama öyle her tarafı. Ha sana ne diycem dinle.
- Söyle anne.
- Evin içinde olan evin içinde kalır.
- Nasıl yani anlamadım.
- Yani evde olup biten bir şeyi arkadaşlarına falan anlatma.
- Anne ne alakası var, bir şey anlamadım.
- Ben söyleyeyim de.

Aradan birkaç zaman geçti. Çocuk yine birgün yapacak bir şey bulamadığından orayı, burayı karıştırırken aklına eski fotoğraflara bakmak geldi. Dolabı açıp albümü üst raftan aldı. Tembel tembel sayfaları çevirirken birkaç fotoğrafının yerinin boş olduğunu gördü. Bir anlam veremedi. Ya da anlam denilen şey bilinç durumuna göre değişen bir şeydi. Kimbilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder