5 Ekim 2010 Salı

Sessizlerin Kuzuluğu


“…hayatının ilk sosyalizasyonunu ebeveyninden alacak olan çocuğa kent yaşamında nasıl bir algılayış dünyası kuruluyor acaba, hiç düşünülmüş mü? Siyasal anlamda atomize olmuş, kültürel olarak değer yitiminin dibinde olan kent insanı için çocuğu nasıl bir model bekliyor acaba? Digiturk’ten aralıksız maç yayını izlemek, plazada çalışırken atılan iş arkadaşlarına destek çıkamayıp kanunen hak olarak verildiği halde sendikal sürece duyarsız kalmak, AVM’lerden alış veriş yapıp, yemek yemekle mi sahip çıkılacak çocuğa?..”
Bir süredir kısmen yakından takip ettiğim IBM’deki sendikalaşma süreci ile ilgili aklıma gelip de dilime ulaşamayan bazı düşünceler, Elev Theron’un bir yazısındaki yukarıdaki kimi ifadeler ile karşılık buldu.
Hepsi iyi eğitimli, kimisi yüksek lisanslar yapmış, yurtdışında okumuş ve “esnek çalışma saatleri”ne uyumlu bireyler olan bu arkadaşlar, iş kendi haklarını aramaya geldiğinde, X firmasının web sitesinden şikâyet mektubu yazmak gibi bir cesareti bile gösteremediler. Böylece, bu süreç boyunca ondan fazla çalışanın sendikal faaliyetlerde bulunması nedeniyle işten çıkarıldığıyla kaldı olay.

En son 27 Eylül 2010’da greve çıkmayı planlayan sendika ve IBM çalışanları, grev günü yeterli çoğunluğu sağlayamadılar. Bunun böyle olması için çok çabalayan IBM yönetimi ilk duyulduğunda şaşırtan bir şekilde kurduğu baskıların tersine grevi desteklediğini dile getiriyordu. Çünkü yarattıkları baskı nedeniyle az sayıda insanın greve geleceğini bildiklerinden böylelikle çok canlar yanarak, uzun bir mahkeme süreci sonrasında kazanılmış olan sendikal temsil hakkını gasp etmek, sendikanın “temsil kabiliyeti” olmadığını göstermek istiyordular. Greve katılacağını duyuran ancak son anda vazgeçenleri düşündüğümüzde, sonuna kadar greve destek veren ve katılmak konusunda irade gösterenleri cesaretlerinden dolayı kutlamak gerekiyor.
Onlarca kişisel gelişim, birlikte başaralım, takım ruhu şeysi vb eğitimleri aldırılan bu insanlar, ne arkadaşları işten atılırken seslerini çıkartabildiler, ne de haklarını ararken.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın
Ben öyle şeylere pek karışmam
Talebe olayları bunlar, sağ- sol..
Yıldırım Türker bir yazısında “Sivrilmek, ortaya çıkmak, görünür olmak, farklı olmak, bu topraklarda köklü birer küfürdür. Bu küfrün altında ezilenler, çoğunluktur. Dolayısıyla, sivrilmek için mücadele etmeyi, farklılığı uğruna savaşmayı, kendi olmakta ayak diremeyi için için yakışıksız bulup aşağılayan bir halklar bütünü olarak özgüvenin nasıl hipnotik bir gücü olduğunu tartabiliriz” der. Bu kültürel tahlilin yanına 12 eylülcü apolitize edilmiş ve liberal söylemle kendi kabuğuna çekilmesi sağlanmış birey algısı konulunca ne güzel bir kimya ile birleşmişler değil mi? Tam da bu dünyanın egemenlerinin istediği gibi... Sessizce... Kuzu gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder