25 Kasım 2010 Perşembe

Jung ve Ötesi


Sana bir hikaye anlatacağım... Ancak ondan önce biraz entel-dantel gevezelik yapmak istiyorum.

Psikanalizin babalarından Jung, bireylerdeki bilinçaltının kolektif bir bilinçaltından bağımsız olamayacağını savunur. Ona göre insanoğlunun tüm yaşadıkları kişide belirgin bir iz bırakmakta ve bu izler evrensel bir datada toplanıp, ileri ki bir zamanda ufak bir çağrışımla yüzeye çıkmaktadır. (Bir bakıma psikanalizin az biraz metafizik yoluyla yorumlanması denilebilir.) Kolektif bir bilinçaltı ya da evrensel bir database kurgu-bilim senaryolarına da konu olmuştur. Hatta Jung'un çağdaşları onu gerçeküstü objeleri bilime yamamakla suçlamıştır. Jung'a göre aile büyüklerinin yaşadığı büyük endişeler, korkular da kalıtım yoluyla çocuklara geçebilir ve çocuk bunları farkında olmadan içselleştirebilir.


Beni kollarına alıyor ve o korkunç öykünün giriş cümlesini kulağıma fısıldıyor. "Çocukları sağ bırakıyorlar anneleri öldürüyorlar, çocukları sağ bırakıyorlar anneleri öldürüyorlar."


İşte başlıyor. Yıllar öncesine gidiyorum. Siyah-beyaz televizyonumuzun olduğu evimizin salonuna. 9 yaşındayım. Hatırlıyorum. Ekranda yüzü koyun yatan bir adam ve çevresinde insanlar var. Televizyon renkli olmadığı için cesetten sızan kan siyah renkte. Birisi olayın nasıl olduğunu ve kimlerin o adamı öldürdüğünü anlatıyor. Televizyondaki spikerin anlattığına göre öldürülen adam bizden, öldürenler ise düşmanlarımızmış. Eskiden olduğu söylenen bir şeylerin intikamını alıyorlarmış. Başımı babama çeviriyorum. "Ne oldu baba neden öldürmüşler, öldürenler kim" diye soruyorum. Babam yutkunuyor ve ağır ağır konuşuyor. "Geçmişte bazı hoş olmayan olaylar vuku buldu oğlum, kötü şeyler oldu. Fakat artık unutmak ve ileriye bakmak lazım."

Başkaca bir şey demiyor. Ne kızıyor, ne de küfrediyor. Her zamankinden daha düşünceli gibi. Bir sigara yakıyor. Dumanı savururken "Hadi sen yat geç oldu, yarın okul var" diyor. Kafam karışmış bir şekilde isteksizce odama yöneliyorum. Okulda bazı şeyler anlatmışlardı bir takım savaşlar olmuş, düşmanlar yurdumuzu işgal etmiş ama sonra nasıl olduysa tüm düşmanlarımızı mağlup edip yurdumuzu kurtarmışız. Demek ki hala yolunda gitmeyen bir şeyler var. Yarı aralık duran kapıyı ittirip içeri giriyorum. Babaannem benden önce gelmiş yatağına uzanmış. O da televizyonu seyretmiş midir acaba, bir de ona sorayım. Yattığı tarafa bakıyorum, uyuyor mu uyanık mı karanlıkta anlaşılmıyor. Neyse artık yarın sorarım. Pijamalarımı giyip kendi yatağıma girdiğimde hafiften bir ses kulağıma çalınıyor. Bana mı sesleniyor? Yok hayır uykusunda konuşuyor. "Evimiz vardı, komşularımız vardı, biz de insandık." Alışkındım bu duruma. Değil uykusunda, uyanıkken bile aynı şeyleri söylerdi. Aldırmıyorum. O çok yaşlı. Kimbilir ne rüyalar görüyordur şimdi. Birden tanıdık bir cümle dudaklarından dökülüyor. "Çocukları sağ bırakıyorlar, anneleri öldürüyorlar. Çocukları sağ bırakıyorlar, büyükleri öldürüyorlar." Bana masal diye anlattığı korkunç hikayelerin biriydi bu.

Bir süre sonra benim de uykum geliyor, dalıyorum. Rüyamda yolculuk edenler insanlar kervan gibi bir şey görüyorum. Gece vakti açıklık bir yerde konaklamışlar, büyük bir meydan ateşi yakılmış. Sonra başkaları geliyor ve kervandakilere saldırıyorlar. Oradaymış ve kervanın içindeymişim gibi geliyor bana. Korkunun engelleyemediği bir merakla çevreme bakınıyorum ne olup bittiğini anlamak için. Ve o ses yine aynı şeyleri tekrar ediyor. "Çocukları sağ bırakıyorlar, anneleri öldürüyorlar." Çok geçmeden uyanıyorum, yatağımdayım. Ninemin tarafından hafif bir mırıltılı geliyor. Sayıklamaya devam ediyor anlaşılan. Fakat bu kez söylediklerini anlayamıyorum. Bir an dua okuyor zannediyorum. Fakat değil. Bizim evde yalnız annem dua okur, namaz kılar, bize öğretir. Babam ve ninemi hiç dua okurken, namaz kılarken görmedim. Ninem Arapçayı andıran sonu "iyun, uyun"la biten bilmediğim kelimeler söylüyor ama dua ya da Arapça değil başka bir şey bu.

Sabah olunca plastik yoğurt kasesinde dut yapraklarının arasındaki ipek böceği kozalarının durduğu köşeye gidiyorum. Sonra annem geliyor yanıma. Bir tanesini eline alıyor. "yapma anne" diyorum, "belki zarar verirsin." Annem şöyle bir bakıyor, "çoktan kozanın içinde ölmüştür oğlum" diyor.

Annem haklıydı, biz ipek böceğini daha kozasındayken öldürmüştük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder