23 Kasım 2010 Salı

Cobarde Gallina Ara Nubaryan

Basın tribününe bakıp
iç geçiren Ara Nubaryan.

Farklı takımları destekleyip aynı tribünde kimliğini saklama gereği duymadan yan yana maç izleme şansını yakalayan bütün güzel abilerimize… 

Ailenizin cevval muhabiri Ara Nubaryan sizin için yemedi içmedi ve hasta Beşiktaşlı olmasına karşın o dillerden düşmeyen Papazın Çayırı’nı nam-ı diğer Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu’nu gezdi. Stadı gezmedi tabii, kale arkası (Migros) tribününde oturup biraz maçı biraz da etrafı seyretti, daha çok da etrafı.

Bugün Fenerbahçeli bir arkadaşım sordu “ruh nasıldı” diye. Ona da dedim, bu soruya yanıt verecek kişi ben olamam. Şeref Bey’e (İnönü olarak kullananlar da var) giderken daha vapur Üsküdar açıklarındayken havaya girer, heyecanlanırım ben. Stada geldiğimde polisin arama yapması bile hoşuma gider hatta. Fenerbahçe’nin üstelik de Bucaspor’la oynadığı bir maçta ruh çağırmaya kalkışmam ki ben. Varsa öyle bir ruh, üç kere vuran Alex çağırıyor zaten fazlasıyla.

Bahariye’de gezerken ilk dikkatimi çeken, yollarda Fenerbahçe formalı kimse görmemem oldu. Bucaspor maçına olan ilgisizlikten de olabilir tabii. Fenerbahçeliler için ne varsa Yoğurtçu Parkı’nda var gerçekten. Alkol de muhabbet de orada. Kazan-Yoğurtçu karşılaştırmasına da girmeyelim, kulvarlar çok farklı. Yalnız Yoğurtçu’ya gelene kadar stadyumdan en küçük ses duymamayı da garipsedim biraz. Hemen kötüye yormuş olmamak için “insanlar kendini maça saklıyor”a yordum onu da. Fenerbahçe diye her şeyi eleştireceğimi düşünenler çoğunluktaydı maçtan önce. Bana göre yine çok şey var ama kendime saklayacağım. Herkes kendi evinin önünü eleştirse dünya tertemiz olur değil mi?

Benim için eskiden beri âna tanıklık etmek önemlidir. Kylie Minogue konseri için akreditasyon yaptırmam da Sıdıka Su’nun cenazesine koşa koşa gitmem de biraz bu tanıklık sevdasından. Dün de hiç hesapta yokken önemli bir ana tanıklık etmiş oldum aslında. Geçen hafta Fenerbahçe, Gaziantep’e bir değil de iki gol atmış olsa kulüp tarihinin 3 bininci golü atılmış olacaktı ama olmadı. Kısmet banaymış. Henüz 35. saniyede gelen o 3 bininci golü canlı canlı seyretmiş oldum. Üstelik golün benim önümdeki kaleye olması da her ne kadar golü atan Fenerbahçe de olsa, ayrı bir zevkti.

Yıllar önce Galatasaraylı bir arkadaşımla Ali Sami Yen’deki GS-BJK maçına gitmiş, maçı da GS kapalı alt tribününde ve GS formasıyla seyretmiştim. Arkadaşım da maç boyunca benim jestime karşılık vermek için ağzını açamamıştı. Aynı şekilde Şeref Bey’de oynanan BJK-GS maçına da ben bir arkadaşımı götürdüğümde onun da boynunda siyah-beyaz atkı vardı. Bunlar bence güzel şeyler. Asla ve sadece futbol olmayan futbolun, az da olsa ve hâlâ spor olduğuna dair küçük imareler işte. Dün de maça götüren FB’li dayım için -ki sanırım benden beklemezdi böyle bir hareket- geçirdim sırtıma FB formasını.

Forma işin esprisi, eğlencesi, jesti sadece; ama rakip tribünlerde maç izlemek tahammül geliştirme açısından oldukça yararlı. Yanınızdaki, sizin kulübünüze ana avrat saydırırken ses çıkar(a)mamak günümüzde ‘cobarde gallina’lık (laf sokmasam ölürdüm) sendromundan ama sorun değil n’apalım.

Son söz olarak;
“Fenerbahçe tribünlerinde küfür yok”
“Fenerbahçe tribünlerinde küfür var ama organize değil”
“Fenerbahçe tribünlerinde organize küfür var ama Beşiktaş tribünleri gibi değil”
diyenlere, digitürk decoderlerini çıkarıp Kadıköy’de maç seyretmelerini öneririm. Size bir şey diyeyim mi? Yok birbirimizden bir farkımız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder