Fotoğraf: Kaan Altun |
İlk geldiğimde de askerden gelmiştim. Sıkıyönetim zamanı askerin emriyle doğmuş bir adamım ben. Hastane annemi kabul etmeyince babam soluğu sıkıyönetim komutanlığında almıştı. Sonrasında hastaneye gelen bir telefonla bizi darbeci bir paşanın yakınları sanıp saygıda kusur etmediler. Albay “doğurulacak, rahat, hazır ol, ıkın!” dedi ve ben geldim, hiç unutmam.
Sonraları yine çok geldiğim oldu. Örneğin ilkokul birde tuvalete yetişemeyince altıma kaçırmıştım. Mahallede sadece bir evde telefonun olduğu yıllardı. Komşuyu arayıp çocuğu alın demişler. Annemle cami sokağında karşılaşmıştık. Şaşkın şaşkın bana bakarken karşıdan, paçalarımdan sızan minik boklarla anneme doğru geliyordum.
O zamanlar futbola çok meraklıydım ki hâlâ öyleyimdir. İki saatliğine evden çıkıp gece yarısı kan ter içinde gelirdim eve. Az dayak yemedim annemden, geç geldiğim için.
Lise yıllarında kürek diye bir spordan haberdar oldum ki bu blogdaki -bazı- insanların hâlâ bir arada olmasının bir nedeni de (ama kesinlikle tek nedeni değil, Elev Theron’a sevgiyle) bu spordur. Antrenmanlarımız sabahın altısındaydı ve ben hep geç gelirdim. Ama yine de yıllarca gelmişimdir. Ödülünü de en önemli yarışta en önde gelerek aldım sonraları. Ben geldiğimde, ikinci gelen adamın gelmesine yaklaşık kırk saniye vardı, ne günlerdi…
Üniversite hazırlık zamanı bir kızla tanıştım. İlk ciddi ve uzun soluklu ilişkimdi. Sessiz sakin bir insanımdır ama o zaman kötü bir huyum vardı. Kimseye hayır diyemiyordum. Kız benimle çıkar mısın dediğinde istemediğim halde evet demiştim, üzülmesin diye. İlk cinsel deneyimi de kendisiyle yaşamıştım, çok saftım o zamanlar çok. Kız bana “geldin mi” diye sorduğunda sevişmenin ortasında, mal mal suratına bakıp “nereye” diye sormuştum.
Kazandığım üniversite ile birlikte ilişkim sonlanmış ve hem yeni bir ilişkiye hem de yeni bir şehre başlamıştım. Gittiğim şehirde depremden ölenlerin sayısı o kadar çoktu ki şehirde kimse kalmamıştı, herkes memleketlerine gelmişti. Onların oturmadığı yamuk ve çatlak duvarlı evler bizlere fahiş fiyatlara kiralanmıştı. Bir artçıda biz de tabut içinde gelebilirdik evimize. Depremin vurmadığı bana faşistler vurdu sonraları. Okulu bitirmeden eve gelmiştim, iki gözüm mor ve kafamda dikişlerle.
Sonraları yine çok kez geldiğim oldu. İlk aklıma gelen Çeşme’den gelmemdir. Yazın çalıştığım Çeşme’den geldiğimde o zaman da aynı çatı altında bulunduğumuz internet sitemize Elev Theron yine “geldi” yazmıştı, sene 2005. hatta o “geldi”nin altına Necip Karaosmanoğlu da “Çeşmenin kumrusu, adanın martısı” demişti benim için, ne hoşuma gitmişti…
Yeni üniversitemde de çok oldu geldiğim. Bilmem kaç yaşımdaydım ve halı saha maçı sonrası terli terli eve geliyordum hâlâ. Sonra bir gece İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne çevik kuvvet gelmişti, sabaha karşıydı. Bizi sığındığımız çatıdan gaz bombalarıyla indirmeye çalışıyorlardı. Antrenmanlıydım ve çatıya gelen her bombanın gelişine vuruyordum voleyi. “Amirim bombalar geri geliyor” demişti bir tanesi, gazdan boğulurken ne gülmüştük.
Sekiz yıllık ilişkimi büyük hatalarla bitirdiğimde aklımdan hiç gitmedi o kadın. Her gece rüyamda ona geldim, sonraları kapısına da geldim dayanamayıp. “hadi sen de bana gel artık” dedim aylarca. Çok yakında nikâh salonuna geleceğiz beraber, siz de geleceksiniz, bahanesi yok.
En son Iğdır’dan geldiğimi anımsıyorum ki arada başka gelmeler olmuştur mutlaka. Yine de en güzel gelmem bu oldu sanırım. Lise sonrası bunalım edebiyatçı özentisi takıldığım zamanlarda Can Yücel’in “gitmek” şiirine kafayı takmıştım. Hani “gittiğim olmadı hiç / ama olsun / istemek de güzel” diye biten şiir. Bir yere gideceğimden değil hani. Ayrıca gitmek cesaret işidir bana göre ve ben anca gelirim.
Hiç gitmeyelim, hep gelelim. ‘Bir hafta sonumuz var’ları, ‘çok esen değirmenleri’, işi gücü, yorgunlukları, Almanya’dan gelen akrabaları, başka şehirlerde olmaları bahane etmeyelim. Hiç gitmeyelim, hep gelelim. Ben geldim, sıra sizde.
Gelmek daha güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder