2 Haziran 2011 Perşembe

Radikal çevrecilik zamanı yaklaşıyor mu?

Bugün Dost Kitabevi'nin kara-kuru Çevre-Ekoloji reyonunu didik didik ettim. Herhalde bunda Dost'un suçu yoktur. Ülkede ekolojiye dair basılan ve satılan kitaplar, halihazırda sadece Hürrem ve entrikaları üzerine satılanları geçmiyor. Yakından takip edebildiğim ve kitapçılarda gördüğüm kadarıyla, bunların çoğu da hükümetin mevcut çevre politikasının yarattığı infialin de katkısıyla son bir kaç yılda yazılan ve çevirilen kitaplardan oluşuyor.


Git gide kötüleşen çay ve fındık fiyatlarını, HES'leri ve ÖDP'yi seçimden men eden YSK kararlarını en doğal demokratik haklar çerçevesinde protesto etmek isteyen bu barışçıl halka ve Metin Hoca'ya reva görülen ortada. "Anadolu'yu vermeyeceğiz" yürüyüşünü gerçekleştiren yürekli ve cefâkar insanlara tanınan haklar da ortada.

İstanbul altyapı çalışmalarından çıkan, şehrin tarihinde devrimsel bulgulara yön veren kalıntılara "çanak çömlek" diyen Türkiye Belediyesi Başbakanı, Allianoi'yi diri diri gömen ve HES'leri tamamlamakla görevlendirilen "Enerjiden Sorumlu" Çevre ve Orman Bakanı ve YouJizz, Porntube denilince gözleri dolan Seks ve Pornodan Sorumlu Bakan ve başbakan yardımcısı ise her Allah'ın günü karşımızda.

Yerel yönetimi belediyecilikle özdeşleştirenler yerel sakinlerin sesine kulak asılmıyor. AB-BM-İHM'ye dava açsan bunlar ne kararları sallar, ne cezaları öder. İş işten geçer üstüne iki de nükleer dikerler. Peki, biz elimizden geleni yaptık deyip allahlarından mı bulmalarını bekleyeğiz? Sevmeyip de yemyeşil olmaya karar veren Almanya'ya, İşviçre'ye mi göçeceğiz?
Bunlar makul cevaplar olmadığına göre geriye pek de bir şey kalmıyor. "Ne yapabiliriz?"e cevabı işin doğal sürecinde insan kendi kendine veriyor: evrensel doğrularda haklıysa insan; gözler kör, kulaklar sağır olduysa "radikal"leşmekten başka geriye çok da şans kalmıyor. HES'lere karşı protestolar Anadolu Yürüyüşü başlamadan evvel en kuvvetli dönemlerindeyken, kendi yargı organının durdurma kararını dinlemeyen devlet için aklımdan başka bir çözüm geçmemişti. Madem siz zor kullanıyorsunuz, o barajları bir tarafınızda patlatırlar. "Hızır burada olsaydı bir fiske ile yıkardı o barajı." diyerek Ziyaret başında ağlayan kadınların dediğini bir sabah kalktığınızda Hızır yeşiline kavuşmak için tuz ile buz etmiş olabilir. Büyüklerimiz, eğer çocuk aklımızla emek verilmiş bir şeyi kırıp dökersek "yapmak kolay, yıkmak zor" derlerdi biz küçükken. Eğer halkınıza rağmen, sakinlere rağmen bu işlere devam ederseniz, herhalde siz de zoru seçmiş olursunuz. Yıkmak kolay çünkü, Hızır'ın bir TNT'sine, pardon fiskesine bakar.

Ekolojik sabotaj (Ekotaj), dediğim dedik diyenlerin anlayabileceği son çare olabilir. Hoş, daha sopanın ucunu görünce "Hopa'ya eşkıya inmiş" diye zırlayan, kelimelerini çok çabuk harcamış bence. Böyle devam ederse, şantiyelerinin başına geleceklere ne diyecek acaba? Vandal. Yok yok, halkımız ve parti tabanı bundan bir şey anlamaz. Terörist. Yok bunu da kullandık. Eşkıya'yı da hem eskiden teröriste derdik, bi de şimdi protestoculara kullandık. Hah. Vatan haini diyelim. İlerlemenin önündeki vatan hainleri bunlar. 2023'te eremezsek hedeflere hep bunlar yüzünden.


Bugün rastladığım bir kitap (yandaki) sayesinde gördüm ki, "etik" sabotaj yapan şahane örgütler varmış. Hey güzel insanlar! Hem yakıp yıkıyor, hem de cana gelmesin mala gelsin diye sabotajların arka planlarını kuruyorlar. Aşağıdaki bu kitap çok güzel bir fikir ateşleyicisi, fakat çekici başlığına dair sadece üç önericik var ve bunlar yüz küsur sayfanın sadece beş altı sayfasını kaplıyor. Gerisi, işin arka planı ve hukuki sürecine dair.

İlki çok orijinal ve duyulmadık bir şeydi benim için. Amerika'da ırzına geçilmesi için dev ormanları özel şirketlere veren bir devlet var. Bir de deniyor ki Kyoto'yu Amerika ve biz imzalamıyoruz. Nedeni sadece bu örnekte görülebilir, zira aynı bokun soyu iki yönetim var. İşte buna dayanamayan ve gözlerinin önünde ormanları katledilen insanlar, ağaç çivileme (tree spiking) diye bir yöntem bulmuş. Ağaçların alttan kesilmesin diye altına, üstten aşırı budanmasın diye üst kısımları çiviler çakıyorlar. Böylece ağaçları devirmeye ve kesmeye yeltenen dozer ve hızarlara zarar veriyorlar. Belki bir ağaç canından oluyor ama giderken kendisiyle beraber o pahalı aletleri de çalışmaz hale getiriyor. Bildiğimiz veya tahmin edebileceğimiz gibi, gelişmiş ağaçlara çivi çakmak o ağaca neredeyse hiç zarar vermez.
Diğer ikisi ise sabotaj değil ama yürüyüş, protesto gibi eylemlerden başka şimdiye kadar denenmemişler arasında sayılabilir. Bunlardan biri sivil itiatsizlik (civil disobedience), diğeri ise abluka (blockade). İlkine alışığız, ikincisi de pek yakında aktif şekilde uygulanabilir gibi geliyor bana.

Aşağıdaki kitapta belirtilmemiş ama diğer popüler metodlar, "Kalkınacağız" türünden propagandaların aracı billboardları yakmak, ve içinde insan veya hayvan yokken çevreyi yok etmeye kasdetmiş muktedirlerin bürolarını, evlerini, şantiyelerini veya genel olarak taşınmazlarını kundaklamak... He, bildiğin çıtır çıtır yakmak yani

Bu tipte mücadele etmek zorunda bırakılan beynelmilel organizasyonlar var. En meşhuru da Earth First. Tatlı mı tatlı amblemleri bile bile her şeyi anlatıyor.

Zalimin zulmu varsa, mazlumun Hızır'ı var!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder