15 Ağustos 2011 Pazartesi

Nazlı

Geçen sene annemle, anneannemin evinde temizlik yaparken yastık kılıflarını da yıkayalım dedik. Teker teker başladık sökmeye. Her yastığın içi farklı farklı şeylerle doldurulmuştu. Bazısı çöpe gitti, bazısı havalandırılmak için balkona. Bir yastığın içinden artık âhı gitmiş vâhı kalmış pamuk parçaları çıktı. Oldukça eski oldukları belliydi ve acilen atılmaları gerekiyordu. Atamadık.

***

2001 yılında ölen dedem, şeker hastasıydı ve insülinini bacağına her gün düzenli olarak şırınga ederdi. Küçükken çok korkardım da sonrasında alışmıştım. Onu seyretmek ilginçti. İğneyi batırırken yüzünden acı çektiği belli olurdu ama bu ifade fazla sürmezdi. Ardından her zaman yaptığı gibi kolonyalı pamuğu bacağına bastırırdı.

***

Anneannem yıllarca dedemin o pamuklarını Güneş'te kurutup kurutup bir kavanozda biriktirmiş ve dedem öldükten sonra o pamukları bir yastığa doldurmuş. İşte atamadığımız pamukların hikâyesini o gün öğrendik. "Onlar dedenin pamukları" dediğinde anlamamıştık ilk önce ama sonradan işin aslını anlattı ve kendi adıma çok etkilendim. Hatta bir kısa film çekilir mi diye düşünürken oturup senaryosunu da yazdım ve "belki de hiçbir zaman çekilemeyecek filmler, yazılamayacak romanlar, hikâyeler" arşivime kaldırdım. Şimdi o arşivde, o pamuklar gibi çürüyüp gitmeyi bekliyor kâğıtlar.

Çok az insanla paylaşmıştım bu pamuk hikâyesini, şimdi saçma gelen bir "aman kimse duymasın da benden önce biri yazmaya, çekmeye kalkmasın" düşüncesi nedeniyle. Daha fazla saklamanın gereği kalmadı. Belki günün birinde, arlanmaz uslanmaz tembelliğimizden sıyrılırsak tarihe not düşmek adına yazıdan öteye geçiririz bu hikâyeyi.

Anneannemin lakabı 'Nazlı'ydı. Tanımadığım uzak akrabalar arayıp da 'Nazlı'yı sorduğunda ve "yanlış numara" dediğim günlerde öğrenmiştim lakabını; aslında hiç de yanlış numara olmadığını.

Cuma günü, her sabah yaptığı gibi işe gidenlerin arkasından el sallayıp hayır dualarını eksik etmemiş Nazlı. Sonra her zamanki koltuğuna oturup yemeğini yemiş. Sonra da gözleri kapanmış Nazlı'nın. Oturduğu yerde uyuyakalmış ve bir daha uyanmamış. 80 yaşında, çok az kişiye gösterdiği o hâlâ beline gelen ama iyice seyrekleşen pamuk saçlarıyla kocasının yanında uyuyor artık Nazlı.

Acılar paylaştıkça azalıyor, sonuçta her ölüm erken ölümmüş...

2 yorum:

  1. Kendi anneanemi hatırladım, sonra Uyurkulak'ın Bazuka'daki Kırmızı'sını... Ağladım.

    Bundan 15 yıl önce 90 yaşında öldüğünde bıraktığın doyumsuz anılar için binlerce teşekkür ederim annane. Balkon'da bir bardak sırf dem çayla birlikte içtiğin birinci cigaraları eşliğinde anlattığın dedeme kaçış hikayen için, savaş zamanı kıtır kıtır kesilen kapı komşularınız, dostlarınız, arkadaşlarınız ermeni ve rumların acı dolu hikayeleri için, aya çıkılamayacağını onun nur olduğunu söylediğin için (nitekim gidilmediği tartışmaları var günümüzde), uzaya gönderilen roketlerin göğün götünü deldiğini iddia ettiğin için (sonradan ozon delinmesi ortaya çıktı), kesinlikle margarin yemeyip bunlar ne böyle sabun gibi bunlar yenmez dediğin için (damar tıkadığı çıktı sonra ortaya), okula giderken arkamdan okuduğun tüncina duaları için, sınıfta kaldığımda kimse kızmıyorken dahi "kimse bir şey söylemesin sakın, benim oğlum da zanaatkar olur" diyerek benimle ağladığın için, latin harflerini okumayı sonradan öğrenmiş olmana rağmen seçimlerde kime oy atacaksın dendiğinde önce altı ok cevabını verdiğin bu fikrini yasaklı yıllarda Karaoğlan'dan dolayı ak gövercin olarak değiştirdiğini söyleyip bizi güldürdüğün için, namaz kılarken sırtına çıkarak deh anneanne diyen kardeşimin dakikalarca sırtında kalmasına ses çıkarmayıp namaz sonrası gülerek koklaya koklaya sarılıp öptüğün için ve daha burada anlatma olanağı bulunmayan güzel, doyumsuz günler için ellerinden öperim annane. Seni çok özledim.

    YanıtlaSil