Heybeli vapur iskelesinden koşa koşa öyle bir atladım ki
denize, Maltepe’deki çıkarma iskelesine burnumu vurdum. Artık denizin dibinden
nasıl gittiysem… Tabii iskeleye burnumu vurunca etraf bir anda kan gölüne döndü
desem de inanmayın siz. Malumunuz, Marmara bir denizdir ve etrafın döndüğü olsa
olsa kan deryası olabilir. Yıllardır burnumdan boşa akan kanları bir kan
bankasına bağışlayabilseydim kimleri kurtarırdım kim bilir kara toprağa
girmekten. Övünmek gibi olmasın sıfır negatifimdir. En az bulunanı yani. Kim
“yok o yalan” derse yüzüne tükürürüm. Adapazarı’nda içki masasından kalkıp
İstanbul’a gelmişliğim vardır zamanında. Koskoca şehr-i İstanbul’da kan
bulamamışlardı, aranan kan tabii ki sıfır negatifti ve tabii ki şimdi soranlar
olacaktır “alkollü kan mı verdin” diye. Yok, masaya yeni oturmuştuk ve tek
yudum almamıştım. Deli gibi karlı bir ada kışında, adanın en dik yokuşlarından
birinden kaymaya kalkan 65 yaşındaki Semiha Teyzenin beli çıkmıştı ve kan ona
gerekiyordu. “Kaymak senin neyine Semiha Teyze” demedim tabii ki. İlk trenle
kan vermeye geldim. Sonrasında iyileşen Semiha Teyze günde iki ada turu yapmaya
başlamıştı yürüyerek ve yolda beni gördüğünde “senin kanınla yürüyorum” dedi
yıllarca. Hâlâ da der. Neyse konumuza dönelim. Burnum oluk oluk dışavurum
halindeydi kanı ve Maltepe sahilinde bir Allah’ın kulu yardım etmiyordu. Üstüne
üstlük, iskeleye vurmadan önce balık tutanlardan birinin iğnesi ayağıma
takılmış ve kopmuştu, bir de fırça yemiştim bu yüzden. Fırça yediğim için çok
sevindim tabii. Maltepe sahilinin tinercileri meşhurdur, bıçak da yiyebilirdim
ki yemişliğim çoktur. Tavsiye ederim, bıçak yemek güzeldir. Böyle dünyanın en
sıcak kanıdır o akan kan. İçiniz gıcıklanır, gülmek istersiniz, neredeyse zevk
alacaksınızdır, o derece ama işte akan kanın en güzel yerinde o ünlü bıçak
kesiği acısı gelip beyninizi ele geçirir. Neyse konumuza dönelim. Çıkarma
iskelesi, adı üstünde araba taşıyan çıkarma gemilerini taşıdığı için, arabalı
vapur iskelesi gibidir. Eğimlidir ve ucu denizin içindedir. O yüzden kolaycana
çıkabildim karaya. Kendimi kayıkçı barınaklarına zor attım. Kıçı kırık kendi
kırık ahşap iskelelerden birinin üzerinde bayılmışım. Ayıldığımda beş dakika
geçmiş geçmemişti. Motorcu Salih, rakısını yudumlarken “nooldu lan” deyince
farkına vardım ki zil zurna sarhoş. Kendisini ayık görmüşlüğüm yoktur hiç ve
kendisinin bir çift küreği bile yoktur ama adı yıllardır Motorcu Salih’tir.
Zamanında yat kaptanıymış. Hem de Kayahan’ın yatının kaptanı. Ne zaman ki
Kayahan kafayı sıyırıp kaptanlık belgesi almış ve kendi yatını kullanmaya
başlamış, o da Salih’in son işi olmuş. Dandik bir hikâye ben de farkındayım ama
bana da böyle anlatmıştı Popo Faruk. Popo Faruk’un hikayesi gerçekten acıklıdır
ama anlatmam, söz verdim. “Birine anlatırsan .mına korum” demişti bir içki
masasında. Anlattığını da hatırlamaz ya söz verdik işte. Sanki verdiğim bütün
sözleri tuttum da şu hayatta. Neyse konumuza dönelim. Motorcu Salih’in
kulübesindeki ecza dolabında pamuk bulup hemen tampon yaptım. Zaten dolapta
başka bir tıbbi malzeme de yoktu. Tamponu yapıp oturdum ve başımı önüme eğerek
bir süre bekledim. Burnu kanayanın, kafasını geriye atması söylenegelir,
yanlıştır. Yanlışmış. Burnun kanarsa önüne eğecekmişsin, ne varsa akacakmış.
Neyse konumuza dönelim. Kanama geçince Salih’in iskeleden tekrar atlayıp döndüm
adaya. Denizatına gidip çay istedim, adaçayı getirdiler. Olsun dedim, içtim.
Kel Hüseyin geldi, “üçüncü ayak n’olur” dedi. “Mirhat geçilmez” dedim, gitti.
Mirhat yarış hayatında ilk kez o yarışta geçildi.
Adanın bütün atçılarına, Maltepe’nin bütün tinercilerine…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder