26 Şubat 2012 Pazar

Neyse konumuza dönelim


Heybeli vapur iskelesinden koşa koşa öyle bir atladım ki denize, Maltepe’deki çıkarma iskelesine burnumu vurdum. Artık denizin dibinden nasıl gittiysem… Tabii iskeleye burnumu vurunca etraf bir anda kan gölüne döndü desem de inanmayın siz. Malumunuz, Marmara bir denizdir ve etrafın döndüğü olsa olsa kan deryası olabilir. Yıllardır burnumdan boşa akan kanları bir kan bankasına bağışlayabilseydim kimleri kurtarırdım kim bilir kara toprağa girmekten. Övünmek gibi olmasın sıfır negatifimdir. En az bulunanı yani. Kim “yok o yalan” derse yüzüne tükürürüm. Adapazarı’nda içki masasından kalkıp İstanbul’a gelmişliğim vardır zamanında. Koskoca şehr-i İstanbul’da kan bulamamışlardı, aranan kan tabii ki sıfır negatifti ve tabii ki şimdi soranlar olacaktır “alkollü kan mı verdin” diye. Yok, masaya yeni oturmuştuk ve tek yudum almamıştım. Deli gibi karlı bir ada kışında, adanın en dik yokuşlarından birinden kaymaya kalkan 65 yaşındaki Semiha Teyzenin beli çıkmıştı ve kan ona gerekiyordu. “Kaymak senin neyine Semiha Teyze” demedim tabii ki. İlk trenle kan vermeye geldim. Sonrasında iyileşen Semiha Teyze günde iki ada turu yapmaya başlamıştı yürüyerek ve yolda beni gördüğünde “senin kanınla yürüyorum” dedi yıllarca. Hâlâ da der. Neyse konumuza dönelim. Burnum oluk oluk dışavurum halindeydi kanı ve Maltepe sahilinde bir Allah’ın kulu yardım etmiyordu. Üstüne üstlük, iskeleye vurmadan önce balık tutanlardan birinin iğnesi ayağıma takılmış ve kopmuştu, bir de fırça yemiştim bu yüzden. Fırça yediğim için çok sevindim tabii. Maltepe sahilinin tinercileri meşhurdur, bıçak da yiyebilirdim ki yemişliğim çoktur. Tavsiye ederim, bıçak yemek güzeldir. Böyle dünyanın en sıcak kanıdır o akan kan. İçiniz gıcıklanır, gülmek istersiniz, neredeyse zevk alacaksınızdır, o derece ama işte akan kanın en güzel yerinde o ünlü bıçak kesiği acısı gelip beyninizi ele geçirir. Neyse konumuza dönelim. Çıkarma iskelesi, adı üstünde araba taşıyan çıkarma gemilerini taşıdığı için, arabalı vapur iskelesi gibidir. Eğimlidir ve ucu denizin içindedir. O yüzden kolaycana çıkabildim karaya. Kendimi kayıkçı barınaklarına zor attım. Kıçı kırık kendi kırık ahşap iskelelerden birinin üzerinde bayılmışım. Ayıldığımda beş dakika geçmiş geçmemişti. Motorcu Salih, rakısını yudumlarken “nooldu lan” deyince farkına vardım ki zil zurna sarhoş. Kendisini ayık görmüşlüğüm yoktur hiç ve kendisinin bir çift küreği bile yoktur ama adı yıllardır Motorcu Salih’tir. Zamanında yat kaptanıymış. Hem de Kayahan’ın yatının kaptanı. Ne zaman ki Kayahan kafayı sıyırıp kaptanlık belgesi almış ve kendi yatını kullanmaya başlamış, o da Salih’in son işi olmuş. Dandik bir hikâye ben de farkındayım ama bana da böyle anlatmıştı Popo Faruk. Popo Faruk’un hikayesi gerçekten acıklıdır ama anlatmam, söz verdim. “Birine anlatırsan .mına korum” demişti bir içki masasında. Anlattığını da hatırlamaz ya söz verdik işte. Sanki verdiğim bütün sözleri tuttum da şu hayatta. Neyse konumuza dönelim. Motorcu Salih’in kulübesindeki ecza dolabında pamuk bulup hemen tampon yaptım. Zaten dolapta başka bir tıbbi malzeme de yoktu. Tamponu yapıp oturdum ve başımı önüme eğerek bir süre bekledim. Burnu kanayanın, kafasını geriye atması söylenegelir, yanlıştır. Yanlışmış. Burnun kanarsa önüne eğecekmişsin, ne varsa akacakmış. Neyse konumuza dönelim. Kanama geçince Salih’in iskeleden tekrar atlayıp döndüm adaya. Denizatına gidip çay istedim, adaçayı getirdiler. Olsun dedim, içtim. Kel Hüseyin geldi, “üçüncü ayak n’olur” dedi. “Mirhat geçilmez” dedim, gitti. Mirhat yarış hayatında ilk kez o yarışta geçildi.

Adanın bütün atçılarına, Maltepe’nin bütün tinercilerine…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder