Cemil Demirkubuz’a…
Sezonun ilk maçına lisansım yetişmediği için çıkamadım.
Böyle şanssızlıkların hep beni bulduğuna inandığım yaşlardayım. İşte, dedim
yine…
Bir dünya evrakı bütün takımla birlikte doldurduğum,
çektirirken fotoğrafçının “oğlum gül biraz” yakarışlarını -adama uyuz
olduğumdan değil ki adama da uyuz oluyordum ayrı konu- kasıldığım için
gülemediğimden hiçe saydığım 8 adet vesikalık fotoğrafımı bile herkesten önce
ben teslim ettiğim halde kulübe, “senin lisansın yetişmedi” dediler. Nedenini
sorgulamadan şansıma küsmekle yetinip ilk haftayı seyirci olarak geçirdim.
İlk haftaki 10-0’lık hezimetin ardından ikinci hafta ben de
kadrodaydım. Yılın üç beş günü lodos yapar adada, onlardan biri de bize vurdu.
Tam kadro iskeledeyken seferlerin iptali anons edildi. Oysa bize göre havada
bir şey yoktu, hepimiz adanın balıkçı çocuklarıydık ve bu havada bıraksalar
kıçtan takma 9,9’luk sandalla değil Bostancı’ya, Boğaz’a gider gelirdik.
İskelede yatan vapurun kaptanıyla kulüp başkanı ve teknik heyetten bir dizi
abimiz görüşmeye gitti. İskelede bekleyen biz genç takımın ise dünya umurunda
değildi, biri hariç; ben… Şanssızlığım sürüyordu ve annemin duaları tutuyordu;
futbolcu olmamam için herkes dört bir koldan uğraşıyordu işte.
“Kaptan bu havada ne var allaşkına”yla başlayan görüşme kaptana silah
çekilmesiyle son bulunca tarifede bile olmayan ‘direkt Bostancı’ vapurunun 10
dakika sonra hareket edeceği anons edildi. Apar topar vapura doluştuk. Bizimle
birlikte bir dizi lodos mağduru da fırsattan istifade bindiler vapura.

Arkadaşlarım formalarını bulup giydikçe bavuldaki forma
azaldı, yine de neye elimi atsam 8’i bulamadım. Yedekler dahil herkes
giyinmişti ve hocanın "oğlum giyinsene, vapur yanaşıyor” cümlesiyle kendime
geldim. “Hocam 8 yok!”
Nedeni çok geçmeden anlaşıldı. İlk hafta 8 numarayı giyen
Mümtaz formasını yıkayıp getirmeyi unutmuştu. (Bu arada Mümtaz takımın tek
‘yazlıkçı’ ve zengin çocuğuydu; şımarıktı, umursamazdı. Biz yapsak aynı şeyi,
yemediğimiz fırça kalmazdı. Mümtaz’a kimse ağzını açmadı) Hocamız bavula elini
atıp “al bunu giy sen de” dedi. Şanssızlığım hız kesmeden sürüyordu. Bana reva
görülen forma çıkmamıştı bavuldan. Herkes 3’ünü 9’unu giyerken benim şansıma
kel alaka ‘17’ düştü. Formanın arkasında adının yazdığı ve 99’a kadar
istediğin numarayı giydiğin yıllara henüz gelinmemişti. Şimdi olsa aynı şey ve
herkes 1’den 11’e giyinirken ben 17 giysem karizmatik, farklı hissederdim
kendimi ama o zaman değil… Mecbur ben de giydim 17’yi. (Bu arada 17’nin 1+7 o
da eşittir 8 olması durumuna girmeyeceğim)
Vapur yanaştı ve Bostancı iskelesinin uzun ince koridorundan
maça yetişmek için koşarak çıktık. Bu sırada seferler başlar umuduyla iskelede
bulunan yüzlerce adalı bizi çılgınlar gibi alkışladı. O alkışlı koşu sırasında
herkesin boyu 10’ar santim uzarken tek kısalan bendim. 17 numaralı formayla
insanlar beni yedek sanacaktı. O an “ben de ilk 11’deyim, numarama aldanmayın” diye çığlık atmak istedim, atamadım. Bize bakan adalılara sırt
numaramı göstermemeye çalışarak koşuma devam ettim. Minibüse bindiğimizde maça
45 dakika, bizim açık trafikte en iyi olasılıkla gideceğimiz 40 dakikalık
yol vardı. Şimdi tam da Formula1 yarışlarının yapıldığı yerde olan stada,
daha o zamanlar Michael Schumacher’den habersiz şoförümüz sayesinde 25 dakikada
ulaştık. Minibüsten iner inmez ilk 11 aynı hızla sahaya çıktı, ısınmak için.
Hepimiz harap ve bitaptık. Yalandan iki koşu sonrası herkes şut çekmeye
başladı. Isınma hareketlerine devam eden sadece bendim.
Grupta yenebileceğimiz tek takımı, maçı Beşiktaş’ın
altyapısından biri izlediği için 6-2 kaybettik. Orta sahada topu alan çalıma
girişti maç boyu. Haftalarca yaptığımız 5’e 2’leri, üçgenleri, verkeçları
hatırlayan, hatırlamak isteyen çıkmadı maç boyu. Attığımız iki golün pasını verdim,
golü atabilecekken… Belki gol atamam diye kendime güvenmediğim, belki bir
santrafor egoistliği taşımadığım, belki de insanları mutlu etmeyi sevdiğim için
o son topa ben vurmadım.
Yıllar içinde, bu kez yine annemin zorlamasıyla başka bir
spor dalıyla uğraşmaya başladım. Türkiye şampiyonlukları, milli takımlar ardı
sıra geldi. Yaptığım sporu hep çok sevdim ama futbolcu olmak da hep ukde olarak
kaldı bir yerlerimde.
Bugün hâlâ Beşiktaş’la sahaya çıktığımı hayal ederim gece
yatınca. Forma numaraları artık bavuldan çekilen tombala gibi değil, herkes
istediğini giyiyor. Çok düşündüm Beşiktaş’ta oynasam kaç giyerdim diye… Sanırım
‘7’ olurdu.
Hayatım boyunca penaltıları O’nun gibi attığım için hiç
kaçırmadım çünkü…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder