23 Ocak 2013 Çarşamba

Minörlere yolculuk


  

Berk Sayan’a…

İlkokulda okul korosundaydım. Çok güzel sesim ve çok iyi kulağım vardı Allah için. Okul koromuz da öyle koroya her girmek isteyenin girdiği çocuklardan oluşmuyordu, hepimiz özel seçilmiştik. Henüz ilköğretim okulu olmadığımız için okulun müzik öğretmeni yoktu o zamanlar. Koronun başındaki isim adanın tek müzisyeni Udi Orhan Sevsar’dı.

Her bayramda seyranda okulda ve Heybeliada’nın çeşitli yerlerinde konser verdik birkaç yıl boyunca. TSM’den tutun da “Türkiyem Türkiyem Cennetim”li vatan millet şarkılarına kadar geniş bir yelpazemiz vardı.

23 Nisan konserlerinden biriydi. Bir TSM şarkısının solistiyim. Ben solo yapıyorum, nakaratta koro katılıyor bana. Şarkı sırasında seyirciye arkası dönük Udi Orhan bana kaş göz yapmaya başladı, anlamadım. Adamın suratı şekilden şekle girdi, udu bırakıp eliyle bir işaretler yapmaya başladı, çözemedim.

Konser bitti, salon dağıldı, o da bağıra çağıra gitti. Biz sahnede birbirimize bakıyoruz, nerede hata yaptım, yaptık?

Sahneden iniyorduk ki hızlı adımlarla gelip aldı beni karşısına. “Gam yap” dedi, başladım. İlk oktavı bitirirken “devam et” dedi ettim, ikinci oktavı bitirirken “kesme” dedi, kesmedim. Üçüncü oktav bitmek üzereyken sarıldı bana ve “Allah benim belamı versin” dedi. Ben şaşkın şaşkın suratına bakarken “Adam tenorun önde gideniymiş ben konserde ona alt perdeden çaldım, bir de alt oktava in diye işaret yapıyorum, müzisyeniz diye geçiniyoruz sonra” dedi Orhan Hoca.

O gün öğrendim, tenormuşum ben. “Hemen konservatuvar sınavları için çalışmaya başlıyoruz” dedi.

Çalıştık da…

Sınav günü geldi çattı ve beni okulun hocaları olduklarını tahmin ettiğim 8-10 kişinin olduğu bir odaya aldılar. Odaya girer girmez kendi aralarında konuşmaya ve bir isim telaffuz etmeye başladılar. “Bunu bilmem kim beye götürün!”

Sınav başlamadan odadan çıktım ve bilmem kim beyin yanına götürüldüm. Bilmem kim bey bale öğretmeni çıktı, “haftaya pazartesi mayonu giy gel” dedi.

Ben ve o bir araya geliriz de bir "Gücüne güç katmaya geldik" patlatmayız, olacak şey mi?
Girdiğim ilk odada beni dinlemeden fiziğime bakıp balet olabileceğime karar vermişler meğer. Çaresiz, “konservatuvar olsun da nasıl olursa olsun” diyerek mayomu giyip gittim öbür hafta. Her zaman iyi bir fiziğe sahip olsam da hiçbir zaman bale yapacak bir esnekliğe sahip olmadım. Kütük gibiyimdir üzerinize afiyet. Öncesinde en küçük bir bale eğitimi ya da bale sınavının nasıl olacağına dair bir bilgim olmaması da eklenince şan’la başlayan konservatuvar hayalim bale sınavından çıkarak son buldu.

Yıllar içinde tenorun kralı olsanız o ses eğitim almayınca bitiyor, benimki de bitti. Tek bitmeyen müzik sevgim oldu. Daha da uzun yıllar sonra bir klarnet aldım ve tanıdık bir klarnetçi arkadaşımla çalışmaya başladım. En azından çalmalıydım çünkü müziği dinlemek yetmiyor bir yerden sonra (Müziğin iyi bir dinleyicisi olmak da müziği icra etmek kadar ustalık ister kanımca, ayrı konu).

Keyfime diyecek yok, öyle ya da böyle müziğin içinde olabilmek büyük zevk ama arada bir o odadan çıkarılışım gelir hâlâ aklıma.

“Keşke beni bir dinleselerdi” der dururum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder