2 Kasım 2008 Pazar

Bi sen eksiktin (BirGün yazıları 1)

Geçen hafta bizim kültür sanat editörü Ulaş’la internette sohbet ederken bir anda duraksadı “Oğlum Ara” dedi, “Haydar Ergülen artık yazmayacakmış”. “Haydaaaa” dedim, “o nerden çıkmış?” “Boş ver şimdi, pazartesi son yazısı çıkacak, okur öğrenirsin”.
İşte o anda bir ampul yandı kafamda. Ampul dediysem yanlış anlaşılmasın, Tayip değil bildiğiniz Edison ampulü. Kendi kendime dedim ki “Ara oğlum, o köşe artık senin hakkın”. Yıllardır bu gazetedesin, çekmediğin çile kalmadı. -malumunuz para aldığımız da söylenemez- Bari bir köşen olsun. Yüzlerce köşe yazarı var Türkiye’de. Onlardan kötü mü yazacaksın?” (Haydar Abi alınmasın sakın, yazmayacak olmasına üzüldüm tabii, benim derdim köşe boş durmasın. Biliyorsunuz, sayfa başına dört köşe yazarı ortalamamız var)
“Neyse Ulaşcığım, benim uykum geldi” dedim, kalktım bilgisayarın başından. Annem mutfaktaydı, gittim yanına. Derdimi ona anlattım. “Ben köşe yazmak istiyorum anne” dedim. “Yaz oğlum” dedi, “senin yazanlardan ne eksiğin var?” “Yarın konuşacağım Ahmet’le” (Tulgar) dedim. “Konuş tabii” dedi. “Ağlamayana meme vermezler bu ülkede.”
Sabahı bekleyemedim, gecenin bir yarısı oturdum mail attım Ahmet Tulgar’a. Dedim, böyle böyle. “Bak kaç yıldır bu gazetedeyim. Herkese bir köşe verdiniz. Benim onlardan neyim eksik? Benim de zamanım geldi artık” İki dakika sonra yanıt geldi: “Aracığım, sen ne anlarsın köşe yazmaktan. Sen konserine git, tiyatrona git, röportajını yap”
Çok sinirlendim, yattım. Uyku tutmadı ama zorladım kendimi. Köşe yazarı olarak falan hayal ettim. İnsanlara gazete imzalarken düşündüm kendimi; uyumuşum…
Sabah gazeteye gidince ilk işim Ahmet’i bulmak oldu. “Ayıp ettin Ahmet” dedim. Ses çıkarmadı. Suç işlemiş çocuklar gibi başını önüne eğdi. O öyle mahsun durunca dayanamadım ben de “Ahmet Abi be, yap bi güzellik” dedim. Başını kaldırdı, uzun uzun baktı yüzüme. “Tamam” dedi. “Git Ulaş’la konuş.”
Yazıişlerine bir girişim var ki sormayın. 5 milyon tirajlı bir gazetenin genel yayın yönetmeniyim sanki. Ulaş her zamanki gibi bilgisayar başında okey oynarken gittim yanına. “Bir şey konuşmamız lazım” dedim. “Dur ulan okeye dönüyorum” deyince sinirlendim kapadım bilgisayarını çat diye. O da sinirlendi. Ayağa kalktı. “Ne var ulan sabah sabah” dedi. Dedim böyle böyle. “Pazartesileri ben yazacağım artık” Bu başladı gülmeye. Ama nasıl gülmek. Öyle böyle değil. Gözleri pörtleyecek. Birkaç dakika yazıişlerinin ortasında kahkaha attı attı attı ve sonra susup yüzüme baktı: “Aracığım sen ne anlarsın köşe yazmaktan? Sen konserine git, tiyatrona git, röportajını yap” dedi. Tepem attı yine ama belli etmedim bu sefer. Ahmet’le konuştuğumu söyledim. O da uzun uzun yüzüme baktı ama bir şey demedi. Sandalyesine oturup kapalı bilgisayarını açtı. Kendi kendine konuştuğunu fark ettim ama anlamadım ne dediğini. Zaten normalde de anlamıyorum bu çocuğu. Tek anladığım cümlesi “Bi sen eksiktin” oldu.

İşte böyle başladı BirGün’de yazmam. Bundan sonra her pazartesi, ‘sendromunuzu almak için’ burada olacağım. Dünya yıkılsa bile, gazeteyi alınca ilk beni okuyacaksınız Ara bu hafta ne yazmış diye. Süper malzeme var bende, çaktırmayın. Başta kültür sanat sayfasının yazarları olmak üzere gazetenin entel dantel bütün köşe yazarları hakkında en harika dedikodulardan tutun da gazetede geçen muhabbetlere, gidip gördüğüm konserlerde, sergilerde olan biten enteresan olaylardan sanat camiamızda dönen ‘sanatsal’ dolaplara kadar hepsi bu köşede olacak.
Sahi, benim ne eksiğim var diğerlerinden?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder