3 Kasım 2008 Pazartesi

Harbiye'de hayat her gün lüküs (BirGün yazıları 3)

Hafta içi, gazeteye yeni başlayan yazıişleri müdürümüz Selami İnce için bir tanışma toplantısı düzenlendi. Gerçi işe başlayalı 2 hafta olmuştu neredeyse ve herkesle çoktan tanışmıştı ama yıllarca Almanya’da kaldığı için kendisinde biraz ‘Alaman disiplini’ var sanırım; tutturdu illa, toplantı da toplantı. Hayır ben biliyorum o toplantının nereye gideceğini. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Tanışma yaklaşık bir dakika sürdü. Sonraki iki saat malum, paramızı isteriz de baskı saati çok erken de sandalyemin kolu kırık da yemekler kötü de bilmem ne de bilmem ne…

Garibim yeni müdür neye uğradığını şaşırdı. Toplantı başındaki o heyecanlı hali gitti on dakikada. Bırakıp gitmeyi bile düşündü kanımca ama kolay değil o işler Selami Bey, bıraksak biz bırakırdık bunca senedir. Neyse yitirme sen umudunu, biz her türlü yanındayız. Bu umut değil mi zaten bizi solcu yapan, senin yıllarca Almanya’da yaşamana neden olan…

Toplantıdan sonra bir arkadaşla çıktık gazeteden. Gazetenin 50 metre ilerisinde tatlıcı açılmış. Ciğercinin önünde yalanan kediler gibi baktık ve biraz yürüdükten sonra döndük tatlıcıya. Atın ölümü arpadan deyip yedik tatlılarımızı. Tabii tatlıları yerken bir yandan da yolu kesiyorum gazeteden biri görmesin diye. “Demin para yok diye bağrınıyodun” deyip binecekler tepeme, korkuyorum haliyle. Neyse, kimse görmeden çıktık tatlıcıdan.

Harbiye’ye doğru yürümeye başladık. Suna Pekuysal öldükten sonraki ilk Lüküs Hayat’ı seyredeceğiz. Gazeteyi çekiştire çekiştire geldik Harbiye’ye. Tatlıları yemişiz ama karnımız acıktı, susadık. Harbiye Açıkhava’nın büfesinden birer tost alalım dedik. 7 YTL fiyat çekmesin mi büfeci? Dönersin aynen geriye. Hayır içeri beleş girdiğimiz için boş bulduğumuz koltukları da kaptırdık. Yer aranırken Alaska Frigocu geldi. Kaç para dedim. 14 YTL demez mi? Alaska’dan mı geliyor dedim, ciddiye alıp hayır dedi. Oyunun adı nedeniyle mi fiyatlar böyle dedim, anlamadı bir şey. Bir de üstüne kimin konseri var diye sorunca iyice sinirlendim Hakan Şükür’ün jübilesi var ona geldik dedim. “O daha bırakmaz abi, yanlış gelmiş olmayasın” demesin mi? Ben de bozuntuya vermedim daha fazla, “yok yok bırakıyor” dedim. “Allah’ın izniyle bırakıyor hem de...”

Frigocu gidince düşündüm kendi kendime. Adama gereksiz çıkışmıştım. Sanki fiyatları belirleyen kendisi… Bizde hep böyle değil midir? Çay pahalı diye garsona hangimiz kızmadık ki?

Neyse, dokuzda başlayan oyun -abartmıyorum- 4 saat sürdü. O Zihni Göktay’daki enerji neydi öyle? Hem bir kez daha hayran oldum hem de kendimden utandım. Tiyatro olsa hadi bir nebze anlayacağım da Lüküs Hayat bu kardeşim. Bildiğin müzikal. İki replik sonra dans, iki replik sonra dans. Son gittiğim düğünde on dakika halay çektim de iki gün yürüyememiştim. Sen çok yaşa Zihni Baba, sen de güzel uyu Suna Anne. Sahnedekiler harikaydı ama bir şeyler hep yarımdı 4 saat boyunca. Neyse ki oyun sonunda sahneye yansıttılar da Pekuysal’ın güleç yüzünü, tamamlandı eksik. Buradan Orhan Alkaya’ya sesleniyorum. Lüküs Hayat oynanırken Suna Pekuysal’ın küçük bir portresini asın bir kenara. Onun gibisi zor gelir bir daha.

Üzerime vazife değil ama madem burası kültür sanat sayfası, söylemeden edemeyeceğim. Oyundaki yeniliklerin bazıları tamam da bazıları çok çiğ duruyor. Abartının dozu biraz indirilirse daha güzel olacak sanki. Hele o Kofi Annan esprisi (ver Kıbrıs’ı gör Annan’ı) neydi öyle? Tamam Harbiye’den alkış tufanı yükseldi ama siz aldırmayın o alkışlara. Zaten milliyetçiliğimizin kabarması için yer arıyoruz, sonra ülkü ocakları özel gösterim talep ederse altında kalırsınız, benden söylemesi…

Tamam bitiriyorum.

Son olarak, e-postalar aldım ekonomi yazarımız Koray Çalışkan ve kültür sanat yazarımız Bülent Usta’dan. Kendileri yazılarımı çok beğeniyormuş da şunları da yazarsam daha güzel olurmuş da… Bak bak bak. Ama ben biliyorum bunların asıl niyetini. Akıllarınca benle güzel ilişki kurup haklarında kötü yazmamamı sağlayacaklar ama bende o göz var mı? Tamam sizin gibi Boğaziçi çimlerine basmışlığım ya da bir romana imza atmışlığım yok ama kafam çalışır az çok. Neyi yazıp neyi yazmayacağımı biliyorum ben de. Bundan sonra herkes kendi işine baksın, lütfen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder