3 Kasım 2008 Pazartesi

Bir daha mı? Tövbe! (BirGün yazıları 10)

Kambersiz düğün olmaz demişler, biz de öyle dedik ve kendimizi zorla davet ettirerek Frankfurt Kitap Fuarı’na gittik. Evet, BirGün, Frankfurt’u iki gazetecisiyle takip etti. Yakalarımıza taktığımız BirGün yazan rozetlerle ortalıkta dolanmak bize gurur, diğer gazeteci ve yazarlara ise şaşkınlık verdi. Frankfurt’tan aklımda kalanları paylaşmak istiyorum ama çok şey var, nasıl olacak bilmiyorum. Uçağa bindiğimizde gözümüze çarpan ilk şey badem bıyıklı abilerin ve türbanlı ablaların çokluğu oldu. Sanırım ‘Kültür Bakanlığı’nın ‘Bütün renkleriyle Türkiye’den anladığı biraz İslami basının bütün renkleri olmuş. Uçaktan inerken bu badem bıyıklı abilerden birkaçıyla yan yana düştük. BirGün’den geldiğimizi duyduklarında “haaa şu Cumhuriyet’ten ayrılanların kurduğu gazete mi?” dedi bir tanesi. “Ne münasebet?” diye atladım. Aynı abi “yok canım benim için sorun değil” deyince “yok zaten sizin için ne sorun olacak, benim için sorun” dedim. Bir şey anlamadı sanırım ki sustu.

Havaalanı çıkışında yaklaşık 50 kişilik bir kafilenin sigara içtiğini görünce anladık ‘bizimkiler’ olduklarını. Hemen kaynadık içlerine, gözlerine “biz de gazeteciyiz bizle de muhabbet edin” der gibi bakarak. Kimse konuşmadı, bir kenarda durduk biz de garip garip. Otele götüren aracın şoförü, fazla vaktimizin olmadığını ve eşyaları bırakıp yarım saat içinde otobüse dönmemiz gerektiğini söyledi. Yıllardır Almanya’da yaşayan bir Türkiyeliymiş şoför. Huyumuzu suyumuzu iyi biliyor tabii. Aslında daha fazla vaktimizin olduğunu ama bilerek yarım saat dediğini duydum başkasıyla konuşurken. BirGün ekibi 40 dakika sonra otobüsün yanına geldiğinde -sizin de tahmin ettiğiniz gibi- otobüste kimse yoktu. Aramıza bizden 20 dakika sonra katılan gazetecileri de alıp fuar alanına gittik. Tabii ki biz gittiğimizde başlamıştı açılış töreni.

Törende konuşulanları basından az çok takip etmişsinizdir. Orhan Pamuk konuşurken salon alkıştan inledi ama “bu adam bu sözleri neden hep yurtdışında ediyor” cümleleri de çalındı kulağıma. Abdullah Gül konuşurken de iki Almanyalı yazarın ‘şayze mayze’ bir şeyler söylediğini duydum ama Almancam olmadığı için anlamadım. Tören sonrası, ‘açlıktan ölen’ konuk ülke için yemek verildi. Sirklerde 30 tabak taşıyan cambazlar misali başının üzerinde bile tabak taşıyan gazeteci ve yazarları görünce ağzım açık kalmadı tabii. Ama Almanyalılar şaşkınlıkla izledi bizi. Asıl ben, yemeğini yedikten sonra metrelerce uzanan kuyruğa girmeyen ‘cin’ gazetecilerin aralara yaptığı ‘kaynak çalışması’nı gördüklerinde ne düşündüklerini merak ediyorum Almanların. Frankfurt Havaalanı’nın büyüklüğüne dair bir şeyler duydunuz mu bilmiyorum. Gelmeden önce gözümü çok korkutmuşlardı. Kesin kaybolursun dediler ama sürü psikolojisiyle hareket ettiğim için kaybolmadım. O lafı edenlere asıl fuar alanını gezmelerini öneriyorum. Allah sizi inandırsın, Münih’ten girip Köln’den çıkıyorsunuz, öyle bir yer. Arada bir yerlerde sigara içmeye, hava almaya falan çıkmayı başarabilirseniz, işte Frankfurt da orada bir yerlere denk geliyor. Tabelaları takip etmeme karşın defalarca kayboldum ben. Kaybolmak sorun değil de tam “aha buldum” dediğiniz yerin erotik kitap standlarına çıkması ve orada da Türkiye’den birilerine denk gelmeniz kötü. Vallahi kayboldum diyorsunuz, tabii tabii biz de kaybolduk diyorlar.

Fuar sonrası, BirGün’ün iki kişilik ekibinin otelde buluşması sabah beş sularında gerçekleşti. Ben fuar alanından çıkıp, bilmediğim bir ülkenin bilmediğim yollarında yürümeye başladım. Sokakta sigara içen ve tespih sallayan herkesle aynı dili konuştuğum için sora sora buldum oteli. Ben geldikten bir saat sonra editörüm aradı, Berlin’den. “Birazdan oradayım, fazla yazmasın kapıyorum” dedi. Saat beşte oteldeydi. Metro diye hızlı trene binmiş… İkinci gün kerteriz alarak gezdik fuarı ama yine de Türkiye standını bulduğumuzda fuar kapanmak üzereydi. Gerçekten o kadar büyük bir alana kurulmuş ki fuar, yanlışlıkla yanlış bir yerden girerseniz, bittiniz. Bir ara Madagaskar standının oralarda Murat Uyurkulak’ı gördük. Kan ter içindeydi. “Röportajdan röportaja koşuyorum çocuklar” dedi, yemedik tabii. O da kaybolmuştu. Bizden ayrıldıktan sonra birine yol soruyordu. Bir ara gözlerime inanamadım. Ertuğrul Günay ile Pınar Kür’ü Nikaragua standının önünde hararetli bir tartışma içinde görünce gazetecilik refleksiyle yaklaştım. Konu Frankfurt’a davet edilip edilmeme meselesi sandım ki yanlarına yaklaşınca asıl durumu anladım. Pınar Kür “buradan üst kata çıkmamız gerek” derken Ertuğrul Günay “hayır Pınar Hanım, düz gidip sola dönmemiz gerek” diyordu. Bize sordular Türkiye standı nerede diye. Murat Uyurkulak’ı takip edin dedik.

Sabah altıda Murat aradı. “Bakanımla Bochum’dan uçağa biniyoruz, yarım saate oradayız, merak etmeyin” dedi. Abdullah Gül ‘Ata’ uçağını yollamış da ancak öyle dönebildiler. Pınar Kür’den ise iki gün haber alamadık. Sonra çıkageldi perşembe günü. Dortmund’da röportajdan röportaja koşmuş o da Uyurkulak gibi(!)

Aramızda kalsın, getiren taksici neyse ki edebiyat meraklısıymış da tanımış Pınar Kür’ü. Hannover’deki bir dönerciye adres sorarken görmüş; kapmış getirmiş Frankfurt’a.

Belki haftaya devam ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder