3 Kasım 2008 Pazartesi

En güzel yazı kısa yazıdır (BirGün yazıları 8)

BirGün’de işe başlayalı yaklaşık 2.5 yıl oldu. Bu 2.5 yıllık süreçte gazetenin eski yeni 100’e yakın köşe yazarıyla tanıştım. Kimiyle kavga ettiğim, kimiyle aynı içki masasından sarhoş kalktığım oldu. İyisiyle kötüsüyle birçoğunu yakından tanıdım.

Abartmıyorum, yazarlarımızın hepsinde gördüğüm ortak özellik, ya çok konuşmaları ya çok uzun yazmaları... Aynı ortamda bulunduğumuz zamanlar birçoğu bana ‘nasılsınız’ dışında konuşacak bir şey bırakmamıştır.

Çok konuşmalarını, çok tatlı dilli olmaları nedeniyle sorun etmedim ama çok yazmaları sadece kültür sanat servisinin değil, bütün gazetenin başına iş açtı her zaman. Telefonda yazarlarla editör ya da müdürlerin klasik repliklerinden biri şudur her zaman:

“Yazınız çok uzun, bir paragraf atmanız mümkün mü?”

Yazarlarımıza hiçbir zaman gazeteye uzun yazı yazmanın kötü bir şey olduğunu anlatamamışızdır. Bu bir gazete; Kadıköy vapuruna binerken alırsın, Beşiktaş’a yanaşırken bırakırsın vapurda, başkası da okur. Okur, uzun yazıları, haberleri sevmez. O yazılar dünyanın en önemli sırrını da verse okumaz kimse bir yerden sonra. ‘Ortalama’ okurdan bahsediyorum tabii. Yoksa gazetede çıkan basın ilanları bile okuyan okurlarımıza rastladım.

Şimdi bunları niye yazdım? Olmuyormuş efendim; biz solculara değil bir köşe, gazetedeki bütün köşeleri verseniz yetmiyormuş. 2.5 yıldır, yazarları aşırı uzun yazdığı için her gün başka bir yazarıyla kavga eden iki ayrı editörle çalışmama karşın aynı haltı ben yiyorum şimdi. Uzun yazdıkları için arkalarından türlü laf ettiğim yazarlardan özür diliyorum. Ama siz yine de abartmayın derim, inanın okunmuyor. Ben bir blog aldım ‘birgünsonra’ adında. Aklıma ne gelirse oraya yazacağım artık. Hem her hafta çıkan yazı sonrası gazetedekilerin dırdırını çekme sorunu olmayacak hem de istediklerimi ‘otosansür’ uygulamadan doya doya yazacağım. Hepinize tavsiye ederim. Siyaset, spor, mizah, ekonomi… Aklınıza ne gelirse…

Cumartesi gecesi ‘S.O.S İstanbul’ adıyla Kuruçeşme Arena’da düzenlenen etkinlikteydim. Gecenin yıldızı tabii ki R.E.M. grubuydu. Yine harika performansları ve verdikleri mesajlarla 20 binden fazla seyirciyi coşturdular. Gecede Çekül, Tema, Uluslararası Af Örgütü, Toplum Gönüllüleri, Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Greenpeace gibi sivil toplum kuruluşlarının standları açıldı. Adı geçen STK’ler adına sahneye çıkan ünlü isimler, bu kuruluşların projelerini tanıtan konuşmalar yaptı. Bu STK’lerden bazıları hakkında ortaya atılan iddiaları ve güvenilirliklerini şimdilik bir kenara bırakalım, sahneye çıkan sanatçılardan hiçbiri dinlenmediği gibi, birçoğu konuşurken tek tük yuhlamalara da şahit olmak üzücüydü. Dev ekrandan, Türkiye’deki kadınlara uygulanan şiddetin dudak uçuklatan sayısal verileri aktarılırken Kuruçeşme’nin ‘haşin’ erkeklerinin kalabalıkta kendilerine çarpan kadınlara takındıkları tavır da bir o kadar ironikti. Şiddeti bitirmek için imza toplamaya çalışan STK’lere, sorunun daha derinlerde olduğunu ve imza toplamayla çözülmeyeceğini birilerinin acilen anlatması gerek. Çünkü bir yandan imza toplamak işin asıl boyutlarının üstüne gidilmesini engelliyor, diğer yandan mevcut ‘erkek’ sistemin elini güçlendiriyor.

Gecenin sonunda Kuruçeşme’den Beşiktaş’a yürüdüm. Hrant Dink davasının yapıldığı günlerde toplanılan meydanda, Çingeneler darbuka çalıp göbek atarken aynı meydanın bir diğer köşesinde tulum ve kemençeli bir grup Hemşin oynuyordu. Otobüs durağındaki Kürtler de büyük bir iştahla ve içleri giderek seyrediyordu iki grubu. Meydanın taşları ne kadar ‘mermer ulan’ olsa da üstündekiler gayet mozaikti. Artık birisi mezarında iki ters bir düz takla atmıştır sanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder