3 Kasım 2008 Pazartesi

İçimizdeki enteller (BirGün yazıları 6)

Bizim Ermeni cemaatinin solcularına özgü sanıyordum ama haksızlık etmişim; bu ülkede sanata yan gözle bakmak ya da ona üvey evlat muamelesi yapmak Türkiye solcularının genel tutumuymuş. (Sağcıları yazmıyorum bile) Demek ki bu toprakların havasında, suyunda varmış sanattan uzak durma hastalığı ve olayın aslında etnik bir boyutu da yokmuş, nasıl da düşünemedim(!) Aynı toprakların çocukları olduğumuzu kanıtlayan bir örnek işte size. Bu kez kötü bir örnek ama...

Şimdi bu ilk paragraftan sonra çıkışacaklar bana, biliyorum. Bütün türküleri, Nâzım’ın bütün şiirlerini ezbere biliyorum, beş bin tane kitap okudum senin haberin var mı diyecekler, diyecekler de diyecekler. Ben de “ama mevzu onlarla bitmiyor” diyeceğim; sonra yine adımız ‘liboş’a çıkacak sanatın ‘toplumsal sanat’tan ibaret olmadığını söylediğim için.

Bu mevzu bir kenarda dursun, solcularla sanat ilişkisine ve bununla direkt ilgili olarak BirGün’de kültür sanat servisinde çalışmanın zorluklarına ileride mutlaka değiniriz. Ben şimdi gazete çalışanlarının kültür sanat sayfalarına olan ilgisine değinmek istiyorum. En yakınımdaki örnek onlar çünkü.

Sabah gazeteye geldiğinizde, mutfağından yazıişlerine kadar, gazetenin çeşitli yerlerinde yeni günün BirGün’ünü açık bulursunuz. Mutlaka birileri okuyup bırakmıştır ya da hâlâ gazeteyi okuyan birileri vardır başında. İlk önce güncel-siyasi sayfalar ve yazarları okunur, ardından çalışma yaşamı, ekonomi, yaşam, dış haber, spor, televizyon ve arka sayfayla biter. (Güncel sayfalardan sonrasının sırası değişir okuyan kişiye göre) Dikkat ettiniz sanıyorum, okunmayan tek sayfa kültür sanattır. Sabahları geldiğimde ya da günün herhangi bir saatinde bir kişinin bile “ulan şu kültür sanat sayfalarında ne yazıyor” ya da “bugün de Uğur Kutay ne yazmış acaba” deyip de kültür sanat okuduğunu görmedim, duymadım. İşin kötüsü, sayfanın editörünün bile öbür gün yaptığı sayfaya baktığına şahit olmadım şimdiye kadar. İddia ediyorum, kültür sanat sayfalarının yazarlarından en fazla 3 tane sayacak isimler de bir elin parmaklarını geçmez gazetede. (Şu satırları okuduktan sonra içinizden kültür sanat yazarlarını sayarak kendinizi test edip karşıma çıkmayın)

Bu köşenin adını ‘entel-dantel’ koymamın nedenlerinden biri, biraz da şundandır aslında:

- Ara nereye?

- Abi sergiye gidiyorum.

- Yaa bırak bu entel dantel işleri.

- ...

Suskun kalmışımdır genelde bu arkadaşlara karşı. Kapital’i Kur’an gibi ezbere okumakla övünen bu ‘hafız’ arkadaşlara ben daha ne diyeyim ki?

Kim olduklarını bilmesem de BirGün’den bazı arkadaşlar birkaç haftadır yüzümü güldürüyor ama. Biliyorsunuz gazete okuması en zevkli yerlerden biri tuvaletlerdir. Pazar günleri kahvaltı sonrası elde gazeteyle birçoğumuzun, evin tuvalet kapısında sıra kavgası yaptığı bir gerçek, inkâr etmeyin. Sırasını kaptım diye tuvaletten çıkınca başımdan aşağı çay döktüğünü bilirim ben kardeşimin. Gerçi o da abartıp 2 ciltlik Güven romanıyla (Vedat Türkali) girmeye kalkışmıştı tuvalete ya, neyse.

Gazetenin tuvaletine de ne zaman girseniz mutlaka BirGün bulursunuz. Ben de son zamanlarda sıklıkla gazetenin kültür sanat sayfasını açık bulur oldum tuvalette. Hatta birkaç kere Milliyet Sanat ve Evrensel Kültür de bulmadım değil. ‘Entel’ damgası yemek istemeyen arkadaşlar sadece tuvalette okusalar da sanatsal haber, yazı ve makaleleri, bu güzel bir şey aslında. Sanatı okumanın da sanat yapmak gibi kötü bir şey olmadığını anladıkça, otobüste, vapurda, çay bahçesinde de okumaktan çekinmeyeceklerine eminim zamanla. Hatta belki bir sergiye gider de üzerine tartışırız saatlerce, kimbilir... Umarım ‘devrime giden şanlı yol’un ‘Kapital’ kadar sanattan da geçtiğini fark ettiklerinde “her şey için çok geç kaldık” demeyecek bu arkadaşlar. Ve inanıyorum ki sanatın sadece toplum için değil birey için de ya da hiçbir şey için de yapılabildiğini, sanat eserinin sadece bir propoganda amacı olarak değil ‘öylesine’ de yapılabildiğini anlayacağız günün birinde, hep birlikte...

Son bir söz de TRT’ye.

Kubat’a Âşık Mahsuni türküsü, Funda Arar’a da Ahmet Arif şiirinden bestelenen bir şarkıyı okuttuğunuz program sırasında bir dönemin yasaklı ve ‘sakıncalı’ ilan edilen yüzlerce sanatçısının ahını aldınız bir kez daha. ‘Prime time’da Grup Yorum’u çıkarsanız ve Arı Stüdyoları’ndan canlı konser yaptırsanız da sizin ‘demokrat’lığınız bu ülkenin başbakanınki kadardır, o da bize gelmez. Çünkü biz biliyoruz ki 1 Mayıs’ta işçilerle Taksim’e yürümeye çalışan sanatçılara jopla giren polis de bu hükümetin bakanlığına bağlıdır, Sri Lanka hükümetininkine değil.

Ruhi Su ve bütün sakıncalı kahramanlarımıza özlemle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder